22 Kasım 2008 Cumartesi

Mutlu olma "becerisi"

Mutlu olmak ile ilgili birçok yazı geliyor önüme bugünlerde. Bunun sebebi algıda seçicilik mi, yoksa evrenin bana mesajları mı bilmiyorum. Ama arasında fark ettiğim bişi var, sizle paylaşayım dedim.
Öncelikle bu bir sanat olayı değil, beceri olayı bence.Yani becerebilirsiniz. Bunu öncelikle söylemek gerekli.
Sonra, olayı basitçe görebilme çabası gerekiyor. Aslında yaşadığımız dünya bizi karmaşıklığa, detaylarla boğuşmaya ve de olayları bu şekilde algılamamıza yönlendiriyor. Yani basit olması mümkün değil, kesin detaylarda bir karmaşıklık olmalı diyoruz. Sade ve basit olması aklımız almıyor. Oysa hayat basit şekilde de yaşanabilir.
Bunun dışında mutlu olmak için birilerine ihtiyacınız var, sizin yanınızda olacak birisi. Bu kişiyle yaşanan olayı paylaşmanız gerek. İçtenlikle. Bu kişinin size yardımcı olmasını bekliyorsunuz, dinlemesini ve size önem vermesini istiyorsunuz. Kendisini değersiz hisseden bir kişi mutlu olamayacağı için, birisinin bazen size değerli olduğunuzu hatırlatması gerekebilir.
Sonra bir şey başarmak, ufacık birşey de olsa birşeyde kendinizi işe yarar hissetmek. Bunun için ne yaparsınız bilemem ama 30 yaşlarında birçok tanıdığım kişi, neyi neden yaptığını bilmeden geçiriyor günlerini. Başarma hissi olmayınca da kendine kızıyorlar, etrafındakilere kızıyorlar.
Mutlu olan kişiler ya da arayanlar, kaçıyorlar, başka yerlere ya da başka kişilere gidiyorlar, oysa başlayacakları yer baş uçlarında. Çok şey isterseniz, unutmayın ki olabileceklerin oranı düşecektir, siz de olmayanları görenlerdenseniz mutsuz olur durursunuz.

14 Kasım 2008 Cuma

Yaratıcı olmak :)


Bugün beni güldüren bir şey tanımadığım bir insanın yaratıcılığı oldu....
Aslına bakarsanız birkaç şey "vay be" dedirtti, güldürdü. Bugün oysa koşturmacalar içinde bir gün geçti, ben ne yarattım dersem birşey yok ortada. Peki bunu yapabildiğiniz ve yapamadığınız günlerin arasında ne fark var?
Düşündüm ki sadece "kafamın rahat olması" yani endişe içinde olmamak, bu sayede ortamda odaklanabilmek ve de beynin sakince çalışmasını sağlayabilmek.
İşte bir resim, işte bir başka örnek:
Çılgın felsefe hocası 100 puanlık tek soruyu yanındaki sandalyeyi göstererek sorar:
- Bana bu sandalyenin var olmadığını kanıtlayın!
100 puan alan tek kişinin cevabı ise sadece şudur:
- Hangi sandalye?

13 Kasım 2008 Perşembe

Anlamaya çalışmamak


Çok güzel bir gün geçirmedim. Aklımda kalan birşey var ki onu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Karşınızdaki ile farklı yönlerde düşünceleriniz var. Farklı hisleriniz var. O birşeyi kabul etmiyor, farklı görüyor, farklı düşünüyor. Siz de öbür taraftasınız.
Şimdi gerilen havada sakin olmaya ve hoşgörülü olmayı tavsiye ederler değil mi?! Tamam hadi alttan aldınız, sinirlenmeyelim dediniz ve de sakin devam ettiniz. Dinlediniz, karşı düşüncenizi sakince belirttiniz.
Olmadı olamadı...
Ne oldu peki? Siz dediniz ki anlaşamadık. Karşıdaki ise "anlamadı", ya da "anlamıyor". Bu durumda cağdaş ve profesyonel bir kişi olarak karşıdakinin yaklaşımını ne yapacaksınız. Ona hala sakinliğinizi koruyarak, anlaşamadığınızı söyleyerek oradan çıkarsınız.
Rahatladınız mı? Belki biraz daha fazla tepki vermeniz gerekir miydi? Yani "dinlemediğini" söyleseydiniz, "tam olarak herşeyi dikkate almadığını" ya da "aptalca sorular sorarak olayı bulandırdığını"...
Hazırlıklı olun en söylemeye hazırım, söyleyeceğim...

11 Kasım 2008 Salı

Oyna! Oyun Oyna!


Uzun zaman ayrı olmanın bir sebebi var o da isteksizlik. Kafam karışık, başka bir ton şeye odaklanmış durumdayım.
Şimdi ise - yani bugünlerde - giderek bunun üzerinde düşünüyorum. Hatta başlı başına kitap olabilecek bir fikir bile geliyor aklıma.
Kitaba fazla girmeyeceğim ama önemli noktası şu.
Hayat bir oyun, sahnede siz varsınız. Oynayın....
Bir günümü düşününce aslında zevk aldığım almadığım bir çok şey yaptığımın farkına varıyorum. Sevdiğim insanlarla beraber birşeyler yapıyorum. Zorunda olarak bazı insanlarla beraber oluyorum. İş peşndeyim, boş vakitlerde keyif peşindeyim. Bir bakıyorum günüm bitmiş.
Haftam bitmiş.
Ayım bitmiş.
Yılım bitmiş.
Oysa bugünlerde ilgilendiğim okuduğum şeyler şunu söylüyor. Bir şeyi eksik yapıyorsun. Oyun oyna! Farkına vardım ki, voleybol oynadığım zaman, ufaklıklarla küçük çocuklarla saçma sapan oyunlar oynadığım zaman, günüm farklı oluyor. Akşam yorgun ama mutlu oluyorum. Ama önemli olan birileriyle beraber oynamak!
Oyun oynamanın, beyinde ve vücutta birçok olumlu mekanizmayı hareketlendirdiği açık. Yaşadığınızı hissetmenizin sebebi bu. Düşün çalış çabala nereye kadar. Bu insan eğlenmek istiyor. Herkes bunu istiyor. Ancak öyle yorgunuz öyle isteksiziz ki, kolumuzu kaldırmak gelmiyor içimizden. Eğitime gelenlerde de aynı şeyi görüyorum. BİRŞEY YAPMAK İSTEMİYORLAR. Dolayısıyşa yaptıkları her şey zoraki geliyor, sıkıntıdan bunalıyorlar.
Oysa sonuç basit, oyun oyna. Evet oyun oynarsan basit basit hareketleneceksin. Eskiler boşuna dememişler harekette bereket var diye. Oyun oynadığınızda, siz kazanmak için ufak ufak heyecan yaşıyorsunuz, bunu yanınızdakilerle paylaşıyorsunuz, beyinler vücutlar çalışıyor.Ve güzel olan herşeyi bulaştırıyoruz birbirimize.
E hadi oynayalım....
Sevgiler...

17 Ekim 2008 Cuma

İnanılmaz Aile


Bugün -hatta briaz önce- bir arkadaşımla görüşüyoruz.
Bir şekilde NLP - Reiki hakkında konuşuyorduk. Dedim NLP bende annemde reiki hatta Astroloji babamda ve de kardeşim de koç oldu dedim.
Bana ne dedi biliyormusunuz?
"Bi çizgi film vardı, inanılmaz aile diye, o siz misiniz yoksa?"
Dedim ki,
"Evet bizimki de inanılmaz
Sonra arkadaşım yazdı;
"baba işten gelip süper kahraman kostümünü çıkarıp masaya oturup yemek yiyordu"
Bir an babamı öyle düşündüm. Nasıl hoşuma gitti, nasıl gülüyorum anlatamam, deli gibi....
Birden şunun farkına da vardım, gerçekten bizim aile inanılmaz...
Sizinki değil mi?

16 Ekim 2008 Perşembe

Dedikodu

Herkesin sorunları var. Herkesin canı sıkılıyor birşeylerden. Zamanı yok işi çok.
Rahatkamak için konuşuyoruz, olay çok kolay bir şekilde dedikoduya dönüyor. O şuunu yapmış, bu şunu yapmış.

Şimdi kötü olan ne? Neden başkaları hakkında konulmayacakmışız?

Diyebilirsiniz....
Şimdi burada bazı noktalar var ki, hak veririsiniz, size yapılsa sizin de canınızı sıkar, değil mi? Nedir bunlar diye yazmayacağım, bunun kitabını yazmış adamlar.

Benim vurgulamak istediğim, sadece söyleyeceklerimizi filtrelemek için bir sorular zinciri...
1. Söylediklerimin doğru olup olmadığını biliyor muyum? Yoksa başkasının yalancısı mıyım?
2. Söylediklerim karşıdakini ilgilendirir mi? İyi mi kötü mü şekilde etkiler?
3. Söylediklerimi söylememiş olmayı ister miyim acaba sonra?

25 Eylül 2008 Perşembe

Bir çıkış yolu aranıyor.....


Bazen çıkış yolu bulamıyor insan. Uzun zamandır bir konu üzerinde bazı çalışmalar yapıyorum ama bir türlü istediğim sonuca ulaşamıyorum. Sorunun - yanlış oldu - çözümün nerede olduğunu bulamıyorum. Aslına bakarsanız bir başka kişinin yardımınız, yani farklı bir göze ihtiyacım var. Aramadım değil, bir ton farklı kişiyle konuşuyorum ancak farklı bakışaçıları gelmiyor ki. Hayatlar aynı, konuşmalar aynı vs vs vs....
Bazıları da çok fazla profesyonel canım. Belli klişe söylemler. Gerçekten yardım gerekiyor, alo!
Baydınız.

24 Eylül 2008 Çarşamba

"İstediğin olur!"


Son zamanların geyiği bu!
İstediğin olur.

Bunu dünyanın yeni büyüsü şeklinde yaymaya çalışıyorlar.
Aslında eskiden de vardı. O kadar çok ki... Başarı hikayelerinde insanların ne kadar istekli hırslı olduklarını görüyoruz. Micheal Jordan'ın filminde "I belieive I can fly." şarkısını hatırlıyorum mesela. Çocuklara bunu öğretmemiz gerekli, değil mi?
Ama hayat içerisinde insanlarının buna inanmasının önünde engeller var. Bu ne biliyor musunuz? İnsanların önünde o kadar çok farklı güzellikler, örnek başarı hikayeleri var ki, neredeyse hepsini istiyorlar.
Neyi neden istedikleri belli değil, nasıl ulaşabilecekleri belli değil, hatta imkansızı istiyorlar. Yoo benim de hayallerim yüksek ama imkansızı istemiyorum. Hatta istediğim bir şey bakıyorum olmuyor, ben de yeni bir karar alabiliyorum, alabimem lazım.
Bir yerde konuyu tüm açıklığıyla görmek gerekli. Öyle karpuz ancak yattığı yerde büyüyor. (Arkadaşım hatırlattı başka bişi daha var dedi ama yazmayayım)
Böyle isterseniz istediğiniz ... olur, bekleyin.
Sevgiler.

18 Eylül 2008 Perşembe

Çok da tınnnn.....


Yine doğrulandı. Paçalanan ilişkilerin başlangıç noktası: İnsanlar birbirini takmıyor artık.
"Zaten bir sürü işim derdim var, bir de seni mi takacağım?"
Bunu söylüyorlar birbirlerine. Hem de çok içten olarak, tersleyerek değil. Yüzüne yüzüne söylüyor. Aslına bakarsan söylemek istediği, "sen önemli değilsin, ben önemliyim!", bencilce değil mi.
Eeee ne olacak sanıyorsun ki. Ezik olan kabul eder bunu. Ama alacağın esas cevap aynısı olacak unutma! Karşıdaki de "asıl sen önemli değilsin, ben daha önemliyim!" diyecek.
Nereye gidecek ki sonu bunun, sadece belli sebeplerle beraber olacağız, yani seninle beraberim çünkü ..... şöylesin, şuyun var, bunun var. Yani karşıdaki kişiden çok o kişide olan bir özellik ya da sebepten dolayı onunla beraber olmaya başlıyacağız.
Arkadaşlık buraya kadar!

Arkadaşların arasında yanlız kalmak


Bu sözü geçenlerde bir arkadaşım söyledi.
Gerçekten de ne şekilde yaşıuyoruz biz diye düşündüm. Bu hayat neden bu kadar hızlı,etrafımızdakilere bu kadar mı uzak kalıyoruz.
Aslına bakarsak etrafımda bir sürü arkadaşım var, onlara ulaşamıyorum diye başladı konuşma. Gerçekten de görüşmek için bir ton arkadaşımla program yapmaya çalışıyorum. Bir türlü olmuyor. Ama olunca da 1 saatliğine oturuo 3 saat nasıl geçti diyoruz.
Aslına hiç de yanlız değiliz, ama yanlız kalıyoruz kalabalıkta. Bir ton arkadaşımız var, belki hemen yanıbaşımızda ama sanki kıtalar kadar uzak. Farkındamısınız, ne internet, ne cep telefonları çözemiyor bunu.
Aslına bakarsanız, ne olduğunu fark etmek gerek. İnsanlarla konuşmuyoruz, konuşamıyoruz. Olayları, sonuçları, durumalrı konuşuyoruz. Ancak, onlarla duygularımızı düşüncelerimizi paylaşmıyoruz artık, cep telefonu gibi yeni oyuncaklar tat vermiyor. Bir maske var hepimizde, ona giderek bağımlı olmaya başlıyoruz belki de, bu maskenin arkasında boğuluyoruz.
Bu maske bizim duygularımızı boğmakta belki de, duygularımızı aktaramadığımız gibi karşıdan da gelmesini engelliyoruz.
Duygularımızı paylaşmak için ne kadar az fırsatımız oluyor. Farkında mısınız? Olmayınca da sonunda sadece sıkıntılarımız kalıyor ve sadece sıkıntılarımızı konuşuyor oluyoruz.
Belki de bir pencere açmak gerek, duyguları anlamak için. Ne dersiniz?

1 Eylül 2008 Pazartesi

Cevap "EVET"... "ÇÖZÜM SENDE SAKLI"


Bir soru geldi ve cevabı "Evet".
İnsanın farklı olup olmaması, YA DA OLMADIĞINI SANMASI, aslında cevabı içerisinde saklıyor.

Farklı birşey yaptığımı mı söyledim, aslında benim gibi binlerce kişi yok mu benzer şeyleri yapan? Evet var. Unutmayın haftasonu binlerce kişi güldü, ama onlar diğer milyonlardan farklıydı.

Farklılığı arayan insanların aynı yerlerden geçmesi normal, çünkü ortamdaki ve elimizdeki ilk fırsatları değerlendiriyoruz değişik bir koku yakalamak için.
Bundan sıkılmamak gerek, bak sen de farklı değilsin demek işgüzarlık olur. Önemli olan öncelikle kendi hayatımda farklılık yaratabilmem. Bunu yapabildiğim dakikaların artmasıyla hayatım daha güzel olacak, daha fazla güleceğim. O zaman belki başkalarının hayatlarında da farklılık yaratabilirim. Hayatım güldüğüm ve gülebildiğim dakikalarla anlamlaşacak.

Sizle iki yazı paylaşmak istiyorum, umarım bu size mutlu bir zaman dilimi yaşatır, ne kadar uzun olacağı size bağlı...
Öykü, yüzyıllar önce gözlemlenen bir olayı nakletmektedir:
Bir keşiş araştırma yapmak için bir köye gitmişti. Önce o köyün mezarlığına girdi. Çünkü kültürlerin, yaşam felsefesinin böyle yerlerde gizli olduğuna inanıyordu.

Gözleri birden mezartaşlarının üzerindeki rakamlara takıldı. Mezartaslarinda 5, 867, 900, 20003, 4979, 7, 421 örneği, birbiriyle hiç de bağlantısı olmayan rakamlar vardı. Uzun uzun düşündü, fakat bu rakamların anlamını çözemedi. Köyün en bilge kişisine gitti, ona sordu:

"Nedir bu rakamlar Tanrı aşkına?" dedi. "Bu rakamların gösterdikleri ay mıdır, yıl mıdır, saat midir?"

Bilge kişi gülümseyerek yanıtladı:
"Bizler bebeklerimiz doğdugu zaman, bellerine bir ip bağlariz" dedi. "Yaşamı boyunca her güldüğü an, o ipe bir düğüm atariz. Öldükten sonra ise, bellerindeki düğümleri sayar, düğümün sayısını mezartaşına yazarız."

Bilge kişi, karsisindaki keşisin birşey anlamadığını görünce açıklamasını sürdürdü:
"Böylece onun, ne kadar 'yaşamış' olduğunu anlarız."
Gülümsemeyi unutmayın...


Bu da babamdan dün gelen e-mail:
Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine..
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de
Hiç işin olmasada öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al..
Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı, hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı? Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak..
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun.. Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..
Gece evinde, dostların olsun
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun..
Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun?

Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!

Can Yücel


Son söz:
"FARKLI OLMAK İÇİN DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK GEREKMİYOR.
SADECE İKİ KİRAZI BİR ÇÖPÜ YANYANA GÜLEREK KOYMAKTA.
MUTLULUK ORADA , O ANDA."

31 Ağustos 2008 Pazar

Yarın ne yapıyorsunuz?


Merhaba,
Bu soruyu özellikle herkesin arkadaşlarına hatta kendisine sorması gerek. Bunun sebebi şu...
İnsanlar genelde yarını planlamıyorlar. Hayır hayır, yarın yapılması gereken işler her zaman oluyor biliyorum. Bu işler "genelde" hep başkalarının size atadığı işler oluyor, ya da zorunluluk ile yapılıyorlar. Ancak acaba siz sadece kendiniz için, istediğiniz ya da farklı olacak birşey yapmayı neden düşünmüyorsunuz?
İnsanlarla son zamanlarda beraberken, şunu fark ettim. Ne yapmak istediklerini bilmiyorlar. Değişik birşey yok hayatlarında. Aynı günler haftalar birbirini takip ediyor. İstek duyacakları, heyecanlanacakları birşey yok.
Tatile çıkarken yanında laptop alanlardanmısınız?
E-maillerinize ulaşamadığınızda ne hissediyorsunuz?
Facebook'ta eşinize sevgilinize mesaj atıyor musunuz?

O zaman...

Kurtarın kendinizi bu girdaplardan. Her zaman için değil, sadece kısa bir süre için bile olsa, farklı birşey yapın.

Ben ne mi yaptım, bu haftasonu uzun zaman sonrasında vapurla cmt günü Burgazada'ya ve pazar günü de Kadıköy'e geçtim, Babayani ve Çiya'da yemek yedim, tüneli ve feniküleri kullandım, fotograf çektim, Pera Müzesi'nde Miro'yu gördüm, Cuma gecesi İstiklal'de ateş gösterisini izledim, Meksika ve Venezuella'dan gelen 3 kişinin kukla gösterisini izledim.

Siz ne yaptınız? Yarın ne yapacaksınız?

28 Ağustos 2008 Perşembe

Biraz da hareket gerek....


Biz bazen kantarın topuzunu kaçırıyoruz. Bir konuya odaklanıyoruz, sanki diğer şeyleri önemsizmiş gibi unutup gidiyoruz.
Son zamanlarda bazı konular üzerine çok düşünüyoruz. Evet haklısınız zamanında plansız programsız kontrolsüz işe başlamaktan dolayı çok hata yaptık. Ama planlama nedir onu tam öğrendik mi?
Planlama derken insanlar tüm detaylarıyla herşeyin net olmasını bekliyorlar. "O nasıl bu nasıl, görmeden hareket etmeyelim" deniyor. Sonunda harekete geçemeyen birisi olup çıkıyoruz.
Ben hayatıma planlamacı olarak başladım. Planlamanın ana bazı kuralları vardır, onları sizinle paylaşmak istiyorum:
1. Plan hiçbirşeydir. Yapılan her plan bozulur.
2. Plan bozulduğunda yenisi yapılır.
3. Yani PLANLAMA herşeydir.
4. Yeni planı yapmak, bitirmek için zaman kısıtı vardır.
YAni plan yapmak zorundasınız ve bir zaman gelinc de elinizdekilerle harekete geçmelisiniz.
İnsanlar hep plan yaparak ve strateji geliştirerek duruyor ama harekete geçmeyince bir arpa boyu ilerleme olmuyor. Ve de en önemlisi tecrübe kazanılmıyor.
Bir arkadaşımın lafıyla bitireyim...
"5 düşünen bir aptal kadar yol alamaz!"
Buyrun :)

24 Ağustos 2008 Pazar

Püf Noktası....


Nerdesin deseniz haklısınız. 10 gündür bir proje için detaylı bir çalışma içerisindeydik ve anlımızın akıyla çıktık.
İşin önemi esasında benim ilk defa yeni farklı bir gruba eğitim veriyor olmamdı. Bunun yarattığı gerilim sayesinde çok çalıştık. Sonucu da çok güzeldi, harika bir 3 günlük program sonucunda döndük geriye.
Farklı insanların karşısına çıkmanın yarattığı gerilim insanı çalışmaya zorluyor. Doğrusunu isterseniz son dakikaya kadar tekrar ediyorduk kounlarımızı.
Başka bir taraftan bakılınca da harika bir deneyim, harika insanlarla mükemmel bir paylaşım yaşadık diyebilirim. Paylaşım diyorum çünkü eğitim sırasında ben de bir ton yeni şey gördüm. Benim yaşadıklarımı o kadar farklı şekillerde yaşamışlar, o kadar çok farklı bkış açıları deneyimleri var ki. Oradan dönünce yorgun ama yenilenmiş bir şekilde geldim diyebilirim.
İşte hayatın püf noktalarından biri:
"Ne kadar okuyan mı bilir , ne kadar gezen mi?"

13 Ağustos 2008 Çarşamba

"Zor"un insanı olmak


Geçenlerde bir arkadaşım bana "Sen zorların adamısın" dedi. İşlerin yoğunluğundan dolayı, biraz enerjimi azalmış hissettiğim bir anımda, bu sözler beni tamamen kendime getirdi.

Gerçekten de az zaman içerisinde çok iş yapmak gibi bir çabam var. Ne yazık ki öyleyim. Bir koltukta birkaç karpuz.
İnsanlara hep planınızı yapın, zamanınızı işinizi dengeli yapın diyorum, ama ben de kendimi zorluyorum. Zorlayınca oluyor olmuyor, ama çok enerjisi gidiyor insanın.
Bilemiyorum bu insanın kendi ayarı. Bazı zamanlarda işleri yaymak ve nefes almak gerek, bazen ise kasmak ve çok çabalamak. Neyi ne zaman yapacağınız size, enerjinize, isteğinize kalmış.
Bakmayın bana bazen oflarım patlarım ama sabahında yepyeni olarak uyanmayı da bilirim.
Bir hocamın söylediği gibi, 3 tip enerji var demişti, vucüt - yani fiziksel, kafa -yani düşünce ve duygu - yani istek. Bunlar 0-1 arasında bir değer ve çarpan gibi, birinin azalması toplam sonucu azaltmaya yetiyor.
Sizin hem vücut, hem kafa, hem de duygu enerjimi tam olsun.

8 Ağustos 2008 Cuma

Fark ufak, etki büyük


Bugün hayatımda ilk defa biletli olduğum bir aracı kaçırdım. Yani bir otobüs, gemi ya da uçak olarak ilk defa bir aracı kaçırdım diyorum. Esasına bakarsanız rahat bir insanım, beklettiğim insan çoktur, ama bu şekilde bir olay ilk oldu.

İzmir'e seyahatimiz bu sebeple yarın sabaha kaldı.
Görüyormusunuz 2 dakika ile hayatımda neler değişti, işte etkiye bakın:

1. Neredeyse 100 YTL yandı.
2. Hem benim hem eşimin morali kaçtı.
3. Paparayı yedim tabbi ki, hatta bir ton başka şeyle beraber -kadın usulü :). Ortaya çıkan mutsuzlukla tatilin de başlangıcı tatsız oldu.
4. Bunun yanı sıra, imajım kaydı, bilirsiniz kadınlardan bir hikayeyi 100 defa dinleriz, artık adım çıktı dokuza inmez sekize.

Yani anlayacağınız, bugün keyif kaçtı, yarın da biraz hatta gelecekte de biraz kaçacak. Yani 2 dakika için ödenen bedele bakın.

Suç bende tabii ki, kabul ediyorum, sebeplerini de biliyorum zaten. Bir daha mı aynı şeyi asla yapmam. Aklım başına geldi mi geldi.

Haa bu arada IDO'ya da başvuru yapacağım, 2 dakika ile geç kalınca insan biraz yardımcı olur değil mi? Yook nerdee... Neredeyse, sizin yüzünden gemi boş kalktı diye kızacaklardı.

7 Ağustos 2008 Perşembe

Esas suçlu nerede?


Bugün çok üzücü bir haber aldım.
Motordan düşen polis şehit oldu
Ne yazık ki haberi okuyunca, her zaman karşımıza çıkan bir hastalıkla karşı karşıya geldim. Ne mi?
SUÇU BAŞKASINA ATMAK!
Haberin detayları şöyle;
"... devriye gezerken mıcırlı yolda kayarak kaza yaptı. Bir süre süreklenen motordan düşen ..."
Görüyormusunuz, başlığa bakarsanız suçlu kim? Yazıya bakarsanız suçlu kim? Birilerini devamlı suçlu yapmaya çalışıyoruz. Suç bizde kalmasın da...
Suçlu ayağa kalk!
1. Elbette ki polislerimiz tam teşekküllü korumalar giyebilirlerdi.
2. Elbette ki polislerimiz yolda daha dikkatli sürmeliler. 3. Motor sürmek ayrı bir dikkat ister, yorulmamak gerek.
Hemen buluruz bunları.
Hatta başka suçlu da bulunmuş haberde;
4. "...yoldaki mıcırdan..." Mıcır suçlu, orada durmaması gerek.
Düşünmek, sormak gerekli bence

1. KORUMA EŞYALARI TEMİN EDİLİYOR MU, ZORUNLU KULLANDIRILIYOR MU?
2. SÜREKLİ EĞİTİM VERİLİYOR MU?
3. MESAİLERİNE DİKKAT EDİLİYOR MU?
4. NEREDE YOLA O MICIRI KOYANLAR? KİM ONLAR? MICIR KENDİLİĞİNDEN Mİ GELDİ?!

Haberde bu sorulara cevaplardan bir iz yok. Mesela yoldaki mıcırı kim koymuş, neden orda? Eminim ki de hiç mi hiç adı geçmeyecek.
O kadar çok yoldaki çukur, mıcır ya da kumdan kaza yapan kişi gördüm ki, çoğunun sonu iyi olmadı. Suçlu kolaylıkla motorsiklet sürücüsünde derler, zaten risklidir de. Ama o resmin arkasında esas başka kimler vardır, kimse düşünmez. Suçu başkasına atmayı düşünmüyorum ama suçun birazının da sorumluluğunu hissetse bazıları, eminim ki düzeltmemiz mümkün olabilecek. Oysa -basının da yardımıyla- suçlu ortada, polis ve mıcır, yoksa başkaları değil. Bakış açınızı lütfen genişletin ve başka kimler var işin içinde görün.

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Değişiklik yapmak gerek, ufak da olsa...


İnsan beyni aslında tembelliğe yatkındır. Yani bir işi düşünmeden yapmak için elinden geleni yapar. Bir taraftan olayın hep aynı olmasını ve de otomatiğe bağlayarak yapmayı ister. Bu şekilde daha az enerji harcayacaktır.
Bazı olayları, örneğin araba kullanmayı, bisiklete binmeyi, biz bir zamandan sonra düşünmeden yapmaya başlarız. Buna bir çok örnek verebiliriz.
Bu yaptıklarımız aslında ön-bilinç tarafından yönetilmekte, diyorlar. Bu sayede biz alışkanlık oluşturduğumuz davranışları düşünmeden yorulmadan yapıyoruz. Bunun bir de yan etkisi var tabii ki, o da dikkatsizce yapmaya başlıyoruz. Ortamda ufak bir değişiklik olursa bu gözden kaçıyor ve başımıza işler açılabiliyor. Hani "Eli işte gözü oynaşta" olayları da bunlara benzer...
Bunları neden mi anlatıyorum, bugün kafama otopark kapısını yedim. :) Merak etmeyim motordaydım, yani kaskım kafamdaydı. Bana birşey olmadı ama kaskın ön parçasının yenisini almam gerek. Bu neden mi oldu, işte tam benim dikkatsizliğimden, aslında otoparkın inen kapısı önümdeki araçla beraber kalktı, ben de arabayla beraber (aslına bakarsanız inen kapıdan da yırtabileceğimi düşünerek) geçmeye çalıştım. Güm kafaya yedik.
İnsan bazı şeyleri otomatiğe bağlayınca farklı bir yerde işte bu şekilde hatalar yapabiliyor. Dolayısıyla yeni ortamda dikkatli olmak, beyni açık tutmak gerek.Bunun için kişinin kendini devamlı değişik ortamlara gitmeye zorlaması gerektiğini söylüyor bilim adamları. Bu şekilde değişikliklerle hayata renk katıyorsunuz, tekdüzeliğin verdiği sıkıclık ortadan kalkıyor.
Bütün bunları sizin kulağınıza küpe olsun diye yazmıyorum sadece. Otomatiğe bağladığınız nasıl davranışlarınız varsa, siz onları amman dikkatli yapın. Hatta , mesela otomobilinizle işe giderken bazen yoplları değiştirin, yürürken başka yerlerden gidin. Bu değişiklikler göreceksiniz ki sizi daha heyecanlı, hareketli ve mutlu kılacak. Günlük hayatınızda ufak değişiklikler, eve giden yolunuzu değiştirmek, başka birkaç hobi bulmak (spor gibi), görün sizin tekdüze hayatınızda yeni mutlu bir pencere açılacak.

3 Ağustos 2008 Pazar

İstediğini yapmak


"Ölü Ozanlar Derneği"ni izliyorum. Geçenlerde bir kitapta okuduğum dizeler karşıma çıktı...
"Ormanda karşıma iki yol çıktı, ben az kullanılmış olanı seçtim."
R.Frost
İnsanların önüne her an, her dakika bir seçim çıkıyor. Bu seçimlerle hayatımızı ne kadar farklı hale getiriyoruz, farkında değiliz. Seçim yapmayı ciddiye almalıyız, çünkü...
Seçim yapmak, yani kendi seçimini yapmak, ya da seçimini kendin yapabilmek hayatın en güzel şeyidir.
Seçim sana aittir, senin seçimindir.
Seçim acı verir, mutluluk da.
Seçim yaparken kesinlikle vazgeçmiş olduklarımız vardır, bir de kazanmayı umduklarımız -olursa diye.
Seçim zorunluluklar da vardır, kurallar da, asilik de, serserilik de.
Bütün bunlardır. Seçim yaparken aptal olmamak gerekli, ama her zaman da mantıklı hareket edilmez. Sıfırlar ve birler..
Yarın sıfır mı olmak gerek yoksa bir mi, yoksa yoksa doğru cevap başka bir boyutta mı?
Bilemem, size doğru seçimin ne olduğunu ben söyleyemem. Ama unutmayın, seçim yapacaksınız, yapmak zorundasınız. Sadece keşke demeyin sonra, öncesinde düşünün yeter...
Sevgiler...

Not:
Bu arada dün akşam yıldızlara bakarak uyudum. Samanyolunu en son ne zaman gördünüz?

29 Temmuz 2008 Salı

İşten zevk almak, işte eğlenmek


"Fish-Balık" diye bir kitap vardır. İnsanların yaptığı işten zevk almasını örnekleyen bir kitaptır. Hatta eğitimleri de verilmişti.
Bu aslında çok güzel bir olaydır. Zevk aldığın işte çalışmak. Bunun size püf noktasını söyleyeyim mi? İnsanlar nerede yanlış yapıyor biliyor musunuz?

Olay şu esasında. Zevk almasını bilen kişi olmak önemli.

Yani zevkine göre iş bulmak değildir cevap. Tabii ki çok zevk veren işler var, ah keşke onlarda çalışsak diyebilirsiniz. Ancak etrafınızda işinde mutlu gördüğünüz kişilerdeki şeytan tüyü şudur; onlar yaptıkları işten zevk "almasını" biliyor.
Elbette ki onların işinin de zor, sevilmeyecek tarafları vardır, ancak onlar iyi tarafını görmeyi biliyor.
Avusturya'dan bir arkadaşımız geldi. O buradaki hayata "ah keşke" diyor, buradakiler de oraya. Orada yaptığı geziler, çalışmaları buradakileri büyülüyor. Buradaki hayat ise onun gözünde tütüyor, ama dönmeyeceğini söylüyor.
Ortada devamlı birşeylerden mutsuz olan insanlar yaratılıyor, ancak aslına bakarsanız tam tersi olmalı. Yani birşeylerden mutlu olmak gerek.

Olumsuz bir tek şey olsa, biz hemen olumsuza dönebiliyoruz. Bütün keyfimiz kaçıyor. Tekrar kendimize gelmek bizim için çok zor oluyor.
Yapmayın, ben olumsuz birşey ile karşılaştığımda, sadece onun etkisinde kalmamaya çalışıyorum. Hayır görmemezlikten gelmek ya da onu kabul etmemek değil söylediğim. Devekuşluğu yapmayın. Ama onu sadece bir gerçekolarak kabul edin ve devam edip ona takılı kalmayın.
Ne kadar kötü görünen bir iş bile yapsanız, inanın insandaki hayal gücü ona keyifli bir hayat için yol gösterecektir. Umarım aşağıdaki hikaye/fıkra sizi biraz güldürür.

Tıp fakültesinde ilk kez kadavra başına toplanan öğrenciler, bayağı bir merak ve ilgiyle kadavrayı incelemektedirler.
Profesör dersine baslar;
'Tıpta iki şey doktorlar için çok önemlidir. İlki insan vücudu ile ilgili hiçbir şey sizin için iğrenç olmamalıdır.
Örneğin,...'
der ve parmağını cesedin anüsüne sokup çıkartır, kendi ağzına götürür.
'Hadi bakalım şimdi sizler de ayni şeyi yapınız !'
Öğrenciler şok içinde, hepsi duraksarlar ama bakarlar ki profesör cok ciddi, istemeye istemeye hepsi sirayla kadavrayı parmaklayip sonrada parmaklarını emerler. Öğrencilerin hepsi bu işin tadına bakıp berbat bir hale gelmişken, profesör konuşmasını sürdürür;
'Bir tıp doktoru için ikinci en önemli nokta gözlemdir' der ve devam eder;
'Ben kadavranin anüsüne orta parmağimi soktum ama kendi ağzıma işaret parmağımı götürdüm. Şimdi bir doktor icin, dikkat etmenin ne kadar önemli olduğunu da öğrenmiş bulunuyorsunuz....!

Hayata dokunmak


Son günlerde reklamlarda farkında mısınız -gelen yabancı bir banka- reklamlarında yabancı kişileri kullanıyor, biri aşçı biri fotoğrafçı. Her ikisi de bizim, Türk insanının günlük hayatının renklerinden bahsediyor, hayata dokunabildiklerini söylüyorlar.


Motorla dolaştığımızda -özellikle de şehrin dışına çıkabildiğimizde- hayata dokunabilmeyi anlıyorsunuz. Mutlu olmak çok kolay, daha basit sanki oralarda. O kadar küçük şeyler var ki keyfinizi yerine getiren. Bir ufak çocuğun bakışları, birine yardım etmek, birinin sana çay ısmarlaması, hal hatır sorması.
Evet evet, geçen haftasonu kaçamadık. Şehrin içinde gezelim bari dedik ama sonuç ne oldu biliyormusunuz? Sıkıntılı 3-4 saat sonra eve döndük. Resmen yormuştu şehir beni.
Aslına bakarsanız güzel bir geziydi, Rumeli Feneri'ne kadar gittik, güzel bir köfte, boğazda çay içtiğimiz bir gündü. Ama eksik olan birşey vardı. İnsana dokunmamıştık, ve farklılık buradaydı. İnsanlarla değişik ortamlarda beraber olmak benim en büyük ihtiyacımdı ve onu alamamıştım.
Şehir bizi gerçek insandan nasıl uzaklaştırıyor o zaman insan anlıyor.

28 Temmuz 2008 Pazartesi

Mutluluğun bedeli


Mutlu olmak için bir bedel ödenmeli, bu bedelin fakında değiliz. Hatta bedeli ödemeden mutlu olmak isteyen insanlarız biz.
Mutlu olmak için ne istiyorsunuz sorularına cevaplar:
- başarılı olayım
- işim olsun/işimde yükseleyim
- param olsun
- hemen olsun
- güzel bir ilişkim olsun
- vs vs vs
Bütün bunların olması mümkün. Ben herkesin hayatında mutlu olabileceğine inanıyorum. Bunları yapmak için mümkün olan yollar var.
Bir koç olarak insanlara bir şekilde yardımcı olmaya çalışırken esas sorunun insanların mutlu olma yolunun farkına varmaları olduğunu anladım. İnsanlar mutlu olmayı bilmiyorlar. Mesela daha geçen gün bir arkadaşımızla konuştuğumuz konu bu aralar yazılıp çiziliyor.
Konu tatilde hala işle bağlantılı olmak.
Blackberry'yi Türkiye'ye getiren insanlardan biri olarak ve de mobil çalışma ve hayat üzerine bir ton çalışma ortaya koyan ben, artık yaptığım işin etkisini sorgulamaya başladım. Aslında ortaya koyduğumuz ürünlerin yanlış olması değil, esas onların yanlış kullanılması sorun.
Burada insanların şunu anlaması lazım. Tatilde enerji toplamalıyım, kafamı dağıtmalıyım, duygularımı ortaya çıkartmalıyım. Bunu engelleyecek herşeyi ortadan kaldırmalıyım.
Sen bunu yapmazsan ya da yapamazsan, işe dönmüyorsun ki, zaten işten ayrılmamışsın (fiziken ayrılmışsın ama kafan ayrılmamış).
Olmuyor. Bu şekilde olmuyor. Yine elimizdeki araçları yanlış kullanıp onlara suç atmayalım. Bunu yönetmek elimizde. Mutlu olmak için hayatımızda buna dikkat etmeliyiz.
Unutmayın çocukken nasıl basit şekilde mutlu olurduk, çocuk mutlu olurken o an neredeyse etrafında ne varsa onunla mutlu olur, başka birşey yoktur aklında.

24 Temmuz 2008 Perşembe

"Bir fotoğraf çekilebilirmiyiz, dudaklarım dudaklarında?"


Günaydın, herhalde ilk defa sabahın bu saatinde yazıyorum.Toplantıya gitmem gerek, kahvaltımı ettim, hazırlanıyordum. Mirkelam'ın şarkısını dinledim biraz önce. Evden çıkmadan önce müzik iyi oluyor. İnsana gün için enerji veriyor.
Bu şarkı bir anda bende birçok düşünce duygu uyandırdı.
1. Birkaç haftadır, İstanbul dışındayım eğitimler için. Bu eğitimlerin şehir dışında olmasının en kötü tarafını anladım. Düşünsenize 3-4 gün kimseye dokunmuyorum. Sadece elle tokalaşmalarım oluyor, o kadar. Neye aç kaldığımı şimdi çok iyi anlıyorum.
2. İnsanlara dokunmak sanki hayata dokunmak gibi. O zaman yaşadığınızı hissediyorsunuz. Düşünsenize kaç kişiyle rahat şekilde sarılıyoruz, omzuna yatıyoruz, sarılmasına izin veriyoruz, öpüyoruz? Hatta hayat bizi giderek bunların daha da az yapıldığı bir şekle sokuyor!
3. Öpmek, öpüşmek ile ilgili bir programda, öpüşmenin yararlarından bahsediyordu. Yüzün (kasların hareketinden dolayı) güzelleşmesinden salgılanan hormonlara kadar bir ton faydası varmış. E neden yapmıyoruz? Mutluluğun basit sırları belki de bildiğimiz şeylerdir, değil mi?
Mirkelam'ın dediği gibi
Bir fotoğraf çekilebilir miyiz?
Dudaklarım dudaklarında
Bir fotoğraf çekilebilir miyiz?
Ağzım kulaklarımda.

22 Temmuz 2008 Salı

Mutluluk iksiri


Mutlu olmak mı istiyorsunuz

Neden olamıyorsunuz? Mutlu olmak için mesela ne lazım? İstediklerinin hepsini elde etmek mi gerek? Ne gerek, ne gerek????
Düşünülmesi gereken şey ise mutlu olmayı bilmek bence. Etrafımda bir ton insan var, konuştuğumuzda pırlanta gibi insanlar ama mutsuzlar.
Mutsuz olmak için bir ton sebep sayıyorlar. Oysa mutlu olmak için birşey söyleyemiyorlar.
Benim çıkarım ne biliyormusunuz? İnsanlara mutlu olmayı öğretmemişiz. İnsanlar birşeyler olunca mutlu olacaklarını sanıyorlar. Mesela üniversiteye girince, işin olunca, evin olunca ya da evlenince...
Ama bunlara ulaşınca mutlu oldun mu diye sorunca cevap hayır oluyor.
Neden olmadı diyince de sebepler hep var. Sebeplere inince bakıyorsunuz ki insanlaın ihtiyacı olan aslında çok ama çok basit şeyler var, onlar yok hayatlarında.
O basit şeylere önem vermemişiz, onları aramamışız bulamamışız. Ondan mutlu değiliz.
Ben yardımcı olmaya çalışıyorum. Aslında sadece ayna olmaya hayatı göstermeye ve ışık tutmaya çalışıyorum.

21 Temmuz 2008 Pazartesi

"Sahip olma" içgüdüsü


Merhaba,
Kritik bir cümle daha paylaşmak istiyorum.
İnsanların bir şeye sahip olmak amacıyla sahip olmak istemesi ile başkaları sahip olmasın diye sahip olmak istemesinin farkı vardır.

Bunu söyleyen kişi, koleksiyoncuydu. Koleksiyon yapıp biriktirdiği kitapları insanlarla paylaşıyor ama satmıyordu. Esas koleksiyonculuğun farkı bu diyordu.

Sahip olmayı başarı olarak düşünürsek, bu başarıya sizi iten güç nedir?

Sahip olunca ne olacak? Mutlu mu olacaksınız?

Neden mutlu olacaksınız, gerçekten söyleyin sizi mutlu eden nedir?


Burada yanlış birşey yok esasında. İnsanlar farklı dürtülerle başarıya ulaşabilir. Bu insanın doğası. Hırslı olmanın başarıda çok etkisi var. Hırs diyince aklımıza hemen kötü tarafı gelmesin; hırslı olup da başarıya ulaşan bir sürü başarı hikayesi var. Hatta hırslı olmayıp da başarıya ulaşan yok gibi.
Ancak başarı hikayelerinin dışında hırsla gözü dönüp, başkalarına zarar vererek birşeyler yapmaya çalışanlar da var. Bu iyi değil ama hayatta o da var.
Seçim sizin.


Bir de neye sahip olmak istiyoruz ki? Bunu unutmuşuz sanki, iyi bir işe sahip olmayı herkes istiyor ama iyi arkadaşlar veya aile kaçıncı sırada? Sıralamada var demeyin bana, esas ona ne kadar zamanınızı ayırıyorsunuz onu söyleyin...
Ben derim ki siz etrafınızdakileri tutun, sarılın, onlarla beraber hayattaki hedeflerinize ulaşın.
Şunu unutmayın, şu anda kaç kişi mutlu ve beraber olmak istediği kişilerle beraber yaşayabiliyor ya da ölebiliyor. Zorunlu zannettiğimiz gibi yaşıyoruz ama gerçekten böyle mi olmalı?

20 Temmuz 2008 Pazar

"Antreman yorulmaya başladığında başlar"


"Beyaz Gölge"yi hatırlıyor musunuz? Belki Türkiye'de basketbolun çığır atlamasını sağlayan dizi odur. Benim çocukluğumda önce "Beyaz Gölge" izlenir sonra da çıkıp basket oynanırdı.
Orada Coolidge vardı, hatırlarmısınız nasıl "koşardı" antremanda.. Ayakları terden kalkmadan acayip ağır bir şekilde. 2 dk sonra da yorulduk diye bağırırdı. Koç ise hiç yılmadan koş derdi ona, koş...
Belki spor yapan, ama ciddi takımda oynayan arkadaşlar beni daha kolay anlayabilir, koçunuz ya da antrenörünüz sizi yormayı sever. Yorulmadan terlemeden olmaz başarı. Yetenekli olabilirsiniz. Yeteneğiniz sizi bazı kolay başarılara ulaştırabilir. Ancak yüksek hedefleriniz varsa terlemeniz gereir.
Bugün başlıkta geçen söz duydum birisinden. Zamanında koçumun bana söylediklerini hatırlattı. Hatta (ben voleybol oynuyorum) koç kaytarmaya çalıştığımızda daha da üstümüze gelirdi. Onun görmek istediği kendimizi zorlamamız, yırtmamızdı. Bazıları için 30 cm sıçramak başarıyken bazıları için 50 cm başarıydı. Hepimize daha fazlası için "hadi" derdi "başarabilirsin".
Hatırlıyorum da bir savunma çalışmasında harika bir top çıkarmıştım uçarak. O saniyede topu çıkardım diye bir an yerde "nasıl çıkardım ama" diye düşündğm ve yerde yatmaya devam ettim. Ama belki 1 saniye. Duyduğum ses "KAAAAAAAALLLLLLLLLLLK" idi döndüm ve kafamı kaldırdığımda koç elindeki topu kaldırmış ve suratıma smaç vurmuştu bile. O günden sonra yerde bir saniye dahi kalmadım.
İnsanlarda bir arayıştır var, kolayca başarıya ulaşmak. Elbette bazı örnekler ortalıklarda. Size onlar kolay başarıymış gibi görünüyor, ancak arkasında bir sürü sebep ve hikaye olabilir. Zamanımızı ve enerjimizi kolay başarıya harcayıp, bişi yapmıyoruz genelde. Kendinizi yırtmadan birşeyler yapabileceğimizi düşünüyoruz hep.
Devam edin diyeceğim. Bulursanız bize de haber verin :)

17 Temmuz 2008 Perşembe

Tık! Tık!... Orda insan var mı?


Son günlerde karşı karşıya kaldığım kişiler ticaretin göbeğinde olan, tamamen ekonominin her türlü ufacık dalgalanmasından etkilenen küçük esnaflardı. Onlarla konuştuğumda şunu hep hissettim.
Satışı ya da ticareti dürüst yapan kalmamış mı?
Bu kişiler bundan şikayet ederken ağızlarından kendileri kaçırıyorlar, aslında onlar da birşeyler çeviriyorlar fırsatını bulunca. Ancak başkaları da yapınca şikayet etmeyi biliyorlar.
Daha geniş çağlı bakıldığında aslında tüm ülkemizde neredeyse her yerde var. Hatta insanlar teşvik ediliyorlar, kimse duymazsa yapılabilir, yapmayana eşek deniyor.
En basitinden:
- Trafik kuralları, Hız limitleri, Emniyet şeritleri, Işıklar ve tabelalar.
- Vergi
- Oturduğumuz sitede park yeri düzeni, ya da sokakta düzgün park etme.
- Çevre temizliği, Çöpler
Bunlara dikkat eden düzene uyan kaç kişi kaldı? Listeyi uzatmak mümkün.


İş hayatında ise herkes birbirinin kuyusunu kazıyor. Tam bir savaş var her yerde. Kurumsal tarafta kurum içinde herkes neredeyse düşmüş, müdürüyle savaş halinde olan, yataydakilerin nasıl altını oyarım diye düşünen. Ticaret yapanlar yarışacağız derken aslında birbirini batırmaya çalışıyor. Bugün duyduğum bir hikayede en son bir tanesi intihar etmiş.
Ne yapıyoruz, nereye gitmeye çalışıyoruz?
Türk olmak her zaman savaşmak demek galiba. Savaşacak düşman bulamadığımızda, kendi içimizde birbirimizin altını oyuyoruz galiba!!! Kültürümüz mü bu bizim? İnsanca yaşamak mümkün değil mi?

Belli ki insanlarda ciddi bir değer erozyonu oluyor.
Bunu insanlar da biliyor, rahatsız oldukları belli, ama ne yapacaklarını bilemiyorlar.
Ben son 4 günümü siz bu durumda ne yapabilirsiniz, ne yapmak istiyorsunuz diyerek geçirdim.
Cevap çok acı: "YAPAMAM" diyorlar.
Bir çıkış yolu bulmak ya istemiyorlar, ya bulma cesaretleri yok, ya da şikayet edip başkası bişiler yapsın demekten öteye gitmiyorlar.

15 Temmuz 2008 Salı

Disiplin ne demek?


Biz disiplini yanlış öğrenmişiz!
Bize birşeyi nasıl öğrettilerse öyle zannediyoruz ancak ya yanlış yaptılarsa?
Disiplin denince aklımıza başkaları tarafından uyulması gereken kuralların bize zorla uygulatılmasını anlıyoruz.
Oysa çok basit ve sade şekilde bana anlatılsa ben anlayacağım.
Bunu neden yapıyorum?

Çok ufakken bile, çocuğa diş fırçalamayı öğretirken mesela, bu iş aynı şekilde işliyor. Çocuğa dişlerini fırçalaması için zorluyoruz.
Oysa onun sorduğu bir tek şey var:
NEDEN?
Yani bana anlat diyor ben neden yapayım senin dediğini?
Eğer ki ona onun anlayacağı şekilde ona ne faydasının ya da zararının olduğunu anlatabilirsek, o inanın yapacaktır.
Bu sayede aslında en basit disiplin kuralını uygulamış oluyoruz.
Bir işi yapması için o kişinin işe inanması gerek. O zaman sadece metodunu öğrenerek disiplinli (bakın burada disiplini kendi sağlıyor) şekilde yapacaktır.

13 Temmuz 2008 Pazar

Boş olan şeyler....


İnsanlar bize bazı şeylerin doğru bazı şeylerin yanlış olduğunu söylüyorlar. Belki de olmaz, yapılmaz, yapamazsın diyorlar.
Bunlara binlerce örnek verebiliriz. Bunları nasıl söylüyorlar, nereden biliyorlar? Belki deneyimleriyle ya da bir başkasından öğrendikleriyle. Belki haklılar, belki de değil. Hayat her zaman aynı kurallarla mı yönetiliyor, sonuçlanıyor?
Söylenen boş sözler vardır etrafta, heryerde. Başkalarının tabii ki söyledikleri hep olumsuz değil, olumlu şeyler de söylüyorlar. Ya da olumlu şeyleri olumsuz gibi söyleyenler var. Bunları kafamızın içine alırken kendimiz de düşünmeliyiz.

Hayatta her zaman herşey değişiyor. İnsanların hayatla ilgili deneyimleri, kuralları olabilir ama ben başka birisiyim. Benim yapabileceklerim farklı. Zaman da değişti. Ortam değişti. Neden aynı kural geçerli olsun ki?

Hayatta elbette ki uyulması gereken kurallar var, uyulmasının yararlı olacağı kurallar. Ancak "insan" olmamızın sonucu olarak, bir taraftan da kendimiz karar vermek istiyor, başkalarının sözleriyle hareket etmek istemiyoruz. Bize yapılmamasını ya da yapamayacağımızı söylerken, sanki bizi engellemeye çalışıyorlar gibi geliyor, değil mi?
Bu durumda en sevdiğim yere geliyoruz. DENEMEK... Bazen başarıya ulaşmak için insanın denemek için inanılmaz bir istek duyar. Etrafındakilerin söylediklerine kulaklarını tıkar.

Bunun için çok güzel bir hikaye size...

Bir grup kurbağa çok yüksek bir kulenin en tepesine ulaşmak için yarışmaya başlamışlar. Onları izleyenler hep aynı şeyi söylüyorlarmış:
"Ne acı hiç biri tepeye ulaşamayacak"
Bir süre sonra kurbağalar teker teker pes etmeye başlamışlar. Bir tanesi hariç. En sonunda o durmadan zıplayan kurbağa tepeye ulaşmış.Herkes merak etmiş tabi.
Biri çıkıp kurbağaya başarısının sırrını sormaya karar vermiş. Bir de ne görsün kurbağa sağırmış. Söylenen o olumsuz cümleleri duymadığı için başarmış.
Yapabilecekleriniz sadece ve sadece size bağlı... Boş olan olumsuz şeylere takılmayın. Size her zaman hayallerinize ulaşamayacağınızı söyleyenlere karşı sağır olun. Hep olumlu düşünün.

3 Temmuz 2008 Perşembe

Değişiyorum...



Etrafımda değişen insanlar var. Onlarla değişimi konuşuyoruz.
Değişim kişiliklerde olmuyor, davranışlar değişiyor. Amaç kişiliğinizi değiştirmek değil zaten. İnsanın nasıl davrandığını değiştirebilmesi önemli.

Değişimden kaçmak için yapabileceğiniz tek şey var durmak. Durunca da geri kalıyorsunuz. Ben geri kalmak istemiyorum.

Değişimi 100% kontrol edemezsiniz, kontrol altınızda bulunmayan yerler olacak. İsterseniz buna şans deyin. Ancak her zaman yapabileceğiniz bir şeyler var, şans diyenlere cevap şansınızı arttırmak. Hazırsanız şans size güler.

Değişimde insanın devamlı kendine yatırım yapması, kendini geliştirmesi demek. Bu sayede kendine yeni ufuklar, yeni hedefler koymasını sağlıyor. Hayat boyu eğitim bundan dolayı önemli, ben oldum dememek lazım.

Değişen insanın ufku nasıl de genişliyor, gözleri nasıl parlıyor anlatamam.
Onlarla birkaç dakika beraber olmak hemen tazeliyor insanı.

Müşteriyi eğitmek


Bugün bir arkadaşımdan dinlediğim 2 hikayeyi onun cümleleriyle sizle paylaşmak istiyorum.
1. geçenlerde bir müşteri geldi. İçeride bizim elemana bağırıyor. ne oldu diye kulak kabarttım. Olay şuymuş. Bu adam arabasını bize bakım için getirmiş. Bakım içerisindeki kontrolleri yapılmış. Normalde kontroller arasında olmamasına rağmen, arka sileceğin lastiğinin parçalanmakta olduğunu görmüşler. Bizim çocuklar ilgilenmek için adamı arayıp sormuşlar. Yaz olduğundan değiştirmek istemeyebilir ya da değiştirin diyebilir. Adam değiştirmeyin demiş. Arabasını almaya gelince başlamış söylenmeye. Efendim aslında arka silecek motoru bozukmuş, burası nasıl bir servismiş de onun farkına varmamışlar, o kadar para ödüyormuş ufak bir kontrol bile yapılmıyormuş. Adama iyi niyetle bizim çocuklar yardımcı olmaya çalışıyorlar, adam gereksiz yere bizimkilere bağırıp çağırıyor.

2. Bayanın biri gelmiş ilgilenilmesini bekliyor, o sırada bizim çocuklar dolu, ben ilgileneyim dedim. Çok acelesi varmış, randevu da almış, arabasını bakıma bırakacakmış, hemen de işine dönmesi gerekiyormuş, onu götürecek kişi nerdeymiş. 500 mt ileride bir plazada çalışıyormuş. Ben de buyrun sizi ben bırakayım dedim. Giderken bana sordu, bakımı ne kadar tutarmış. Detaylı bilmiyorum, dedim. Km'sini sordum, ona göre bazı bakım yapılabilecek farklı sistemleri hatırladığım kadarıyla söyledim, ancak kontrolden sonra maliyetin ortaya çıkabileceğini söyledim. Der demez, sen orda çalışmıyor musun, nasıl bilmezsin diye çıkıştı. Başladı bağırmaya, zaten birşey bilmiyorumüş kimse falan. Söylenirken aynı cevabı bizim çocuklardan da aldığını söyledi, zaten verilmesi gereken doğru standart cevap da bu. O sırada eskiyen paspasının gaz pedalının altında kaldığının farkına vardım. Sizin paspasınız eskimiş, gaz pedalına dolanıyor, yenisini verelim isterseniz dedim. Cevap: Sen şimdi bana paspas da satmaya çalışıyorsun. Hayır dedim, hediye edeceğiz. Bunu duyunca sustu biran, ve geldik, indi. Dönünce, iş formunun üzerine paspasın bedava değiştirilmesini yazıp imzaladım. Arabasını geri almaya gelince, formu görüp sormuş, kim bu demiş. Bizim patron demişler. Çok şaşırmış, utanmış. Hemen onunla görüşüp özür dileyim demiş. Ben toplantıdayım dedim, görüşmek istemedim.

Şimdi müşteri her zaman haklıdır diyenlerin bir çıklama yapabileceğini biliyorum. Müşteri odaklılık eğitimi verenler de söyleyecek bir ton şey çıkarabilirler. Ama arkadaşımın sorduğu şey şu:
MÜŞTERİYİ EĞİTMENİN BİR YOLUNU BULURSANIZ O ZAMAN KÖŞEYİ DÖNERSİN!

Kafa patltmaya değer, öyle değil mi?

İnsanların çöpleri


Ben motor kullanıyorum. Motor kullanmak hakkında bir çok farklı yorum alıyorum her gün. İnsanlar genelde bunu çok tehlikeli buluyorlar. Haklı oldukları yerler var. Tehlikeli olmasının sebeplerini üçe ayırabiliriz:
1. Yol
2. Diğer sürücüler
3. Siz - evet motoru kullanan siz

Motorumu kullanırken, kontrol altında tutabildiğim 2 şey gaz ve frendir. Yolu ya da diğer sürücüleri değiştiremem. Başıma neler neler geliyor, ölümden dönüyoruz hergün neredeyse. Önemli olan kendinizin tehlikeyi yaratan olmamanız, ihtimallere olasılıklara göre sürüşünüzü ayarlamanız. (OlasılıkSız kitabına ithafen)

Olabilecek herşey size bağlı.

Geçenlerde e-posta ile aldığım ve arkadaşlarımla paylaştığım aşağıdaki mesajı buraya taşıma gereği hissettim. Bu mesaj benim motor kullanırken her zaman uyguladığım bir
taktik diyebilirim. Tavsiye ederim.

Bir gün bir taksiye atladım ve havaalanından hareket ettik. Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önümüze çıktı. Taksi şoförü sert bir şekilde frene bastı, kaydı ve diğer arabaya çarpmaktan milim farkıyla kurtuldu. Diğer arabanın sürücüsü camdan başını çıkartıp bağırmaya ve küfretmeye başladı. Taksi şoförü ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı. Ve gerçekten çok arkadaşçaydı.

Sordum: 'Neden bunu yaptığınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastaneye gönderecekti.' Taksi şoförü bana, simdi 'Çöp Kamyonu Kanunu' dediğim şeyi öğretti.

Şoför pek çok insanin çöp kamyonu gibi olduğunu açıkladı. Her tarafta çöp dolu olarak dolanıyorlar; kızgınlık, öfke ve hayal kırıklığı dolular. Çöpleri biriktikçe onu bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar ve bazen sizin üzerinize bırakabilirler. Kişisel almayın. Sadece gülümseyin, onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın.

İşin ana fikri şu ki, başarılı insanlar çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler. Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla 'size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için dua edin.'
Çeviri: Lale Kulahli

Yaparım diyebilen


Son zamanlarda insanlarla birçok alanda konuşmalar yapıyorum. Aslına bakarsanız konuların ne olduğu önemli değil, insanların konuyla ilgili söylediklerini size yazmak istiyorum.
- Öyle böyle olmaz, bence sadece şöyle olur.
- Ben vazgeçtim böyle yapılsın.
- Ben öyle olacağına inanmıyorum, bak o yaptı olmamış.

Eğitimlerde söylediğim birşey var;
"Sadece karpuz yattığı yerde büyür."

Bir sonuca varmak istiyorsanız, o konuda düşünmeli, kaliteli düşünce için de o konu hakkında sadece fikrinizin değil aynı zamanda bilginizin de olması gerekiyor. Sadece birkaç yerden duyulanlarla harekete geçerseniz olmuyor.

Hani bir hikaye vardır. Tam bilmiyorum ama şöyleydi sanırım (bilen yollarsa sevinirim). Okyanusta güçlü rüzgarlar büyük dalgalar var, ancak okyanusu geçerek istediği yere gidebilen az sayıda kişi yeni kıtaları keşfedebildi. Onların işleri kolay mı oldu? Hayır! Ancak onlar, konusunda uzman, hedeflerini koyan, rüzgar nereden eserse essin hedefleri için yeni yol planları yapan insanlardı. Başkalarına sorarsanız o okyanusları geçmek zordur, imkansızdır.

Aslına başlamak için gerekli bilgiye ulaşmak bu zamanda şikayet edilecek birşey olmamalı. Biraz dikkatli bakarsanız, kaliteli bilgiye, kaliteli düşünen tecrübeli insanlara da ulaşmak o kadar kolay ki. Etrafta bu konuda iyi olan kim var, bana kim yol gösterebilir dediğinizde bir ton insana ulaşabiliyorsunuz.

Unutmayın, rüzgar karşıdan bile esse, hedefinize gidebilmek için bilgiye ihtiyacınız var. Bilen insan şunu söyleyebilir:

"Çözüm yaratırım, yaratabilirim."

2 Temmuz 2008 Çarşamba

İnsanlarla başa çıkmak


İnsanlarla başa çıkmak gerekli. Bunu söyleyince hemen akla "zor insanlar" geliyor ama şunu da düşünmek gerek, bizim de zor insan olduğumuz olmuyor mu?

Öncelikle şunu söyleyin, resimdeki çocuk zor bir insan değil mi?
- Kolayca iletişim kurabiliyor musunuz?
- Bazen sizi çıldırtan davranışlar yapmıyor mu?
- Sizin istemediğiniz şeyleri yapmıyor ya da söylemiyor mu?

İnsanları zor ya da kolay diye düşünmemek gerek belki de. İnsanlar o gün zordur, ya da o an zordur, o yerde ya da o durumda zor oluyordur??? Olamaz mı?
Zor insanlar var evet, sıfır değiller, onlar her yerde zorluklar çıkartanlar. Bunların belki de biraz profesyonellerden yardım aması gerekli değil mi? (EVET diyenler kafasını sallasın) Ama eğer ki siz bu konuda eğitimli değilseniz aman girişmeyin derim, içinden çıkamazsınız.
Sadece onlar mı yardım almalı? Sağlıklı olanlar da arada sırada yardım isteyebilir, yardıma ihtiyacı olabilir. Belki bize yardım eden bir arkadaşımız ya da büyüğümüz, yaptıkları sadece bize olayı biraz farklı göstermek, farklı bir yol önermek.
Dolayısıyla şunları net ortaya koymak gerek:
1. Herkes bir zaman zor insan olabilir.
2. Bazıları her zaman zordur.
3. Her zaman zor olanların yardıma ihtiyacı var.
4. Bazen zor olanlar da yardım alırlarsa, olayları daha kolay çözümlerler.
İnsanlara karşı geniş olmak, onları oldukları gibi kabul etmek için ilk adım. O zaman öyle ya da böyle istediğimiz sonuçlara ulaşabiliriz. UNUTMAYIN, amacımız istediklerimize ulaşmak, bişze her ters gelenle kavga etmek değil. Dolayısıyla, her türlü farklı davranışa karşı bizim de hazırlanmamış gerek ki cevabını verelim, tepkisiz kalmayalım. Sonra akşam evde "keşke ona şunu söyleseydim" dersiniz.
Boşuna dememişler "istediğimiz üzüm yemek bağcıyı dövmek değil" diye. Amacınıza ulaşmak için biraz düşünemeli ve doğru hareketleri apmalısınız.

11 Mayıs 2008 Pazar

Değişme - Değişememe - Değişmeme

Değişim konusunda birçok söz söylendi bugün.
Bunlar benim notlarım:
Değişim yeni birşey değil. Zaten devamlı değişiyoruz. Şikayet ederek değil, değişime ayak uydurarak istediğimize ulaşabiliriz.
Değişime karşı olanlar - daha doğrusu değişiklikten korkanlar - değişime karşı durmaya çalışıyorlar. Aslında yapmak istediklerimize, hedeflerimize ulaşmada en büyük engellerimiz bu şekilde düşünen insanlar, onlar yüzünden kaybettiğimiz enerjimiz, zamanımız.
Değişmeyeceğine inananlar, değişim potansiyellerinin farkında değiller.
Değişim yönü esas konu, bunu nehrin akışı olarak düşünmeli, nehri durduramazsınız sadece yönününü değiştirebilirsiniz.
Hırslı olmak, ne istediğini bilmek gerek. Sadece beynimiz değil, duygularımız ve çevremiz değişimimizde çok önemli faktörler. İstek duymamızı engelleyen etkenler hem içeriden hem de dışarıdan geliyor.
Hayatınızı değiştirmek üzerine düşünürken "değiştireyim mi" diye düşünmeyin. Zaman akıyor. Zaten değişiyor. Siz nasıl değiştireceğinize kafa yorun.

Tepki vermenin dayanılmaz hafifliği


Evet... Lütfen...
Tepki verin, tekpkisiz kalmayın!
İnsan olduğunuzun ve de tepkisiz olmanın sizi rahatsız hatta hasta edeceğini unutmayın. Çevreye karşı kayıtsız kalmak doğru değil.
Tepkinizi ortaya çıkarın.
Hadi.....
Son zamanlarda akılcı tepkiler verin diyorlar hep. Ama nasıl ne tepki vereceğimizi bize gösteren yok. O zaman insanlar bazen tepki vermemeliyiz diye anlıyor, ya da tepkisizliğe doru gidiyor.

1 sn... Hatamız var...
Tepki verin dedim de...Gidip adamı dövün, ya da aklınıza geleni yapın demedim.
UNUTMAYIN

1.Düşünerek tepkinizi verin.
2.Duygularınızla tepkinizi verin.

Ama sadece birisi değil her ikisi de gerekli. Sağlıklı insan bu demek.

Bu resim ne mi demek? Hikayesi uzun değil kısa... Son zamanlarda yakınlaşan hazırlıklarımız içerisinde tepki verme konusunda o kadar çok farklı seçim yaptım ki;
1. Tepki verdim, anında cevap verdim.
2. Tepki vermedim, sadece baktım ve sustum.
3. Tepkimi sonraya sakladım. Uyudum uyandım ve de bir gün önceki hislerimi anlattım.
4. Tepkimi şaka yoluyla verdim, espri yaptım.
5. Tepkimi vermek için 1-2 dakika bekledikten sonra kenara çekip açık net durumun nasıl gördüğümü söyledim.
6. Tepkimi sadece "bunu sonra konuşalım" diyerek verdim.
7. ...
Daha bir çok farklı tepki çeşidi olabilir. Siz de bunun farkına varın, tepki vermeden önce hangi tepkiyi nerede nasıl verebilirsizin? Fark ettiniz mi?

Zeki insanlarla uğraşmak zordur :)))


Üniversite yemekhanesine giren bir öğrenci tüm yerler dolu olduğundan gidip üniversite profesörünün oturduğu masaya oturmus.
Profesör kaşlarini çatarak: 'Öküzler ve kuşlar aynı masada oturamaz!'
Öğrenci: 'O zaman ben uçuyorum...'
Profesör cevaba çok sinirlenmis, sınavda öğrenciye takmış ve sınavının başarısız geçmesi için elinden geleni yapmış. Yanlız sınavda öğrenci tüm sorulari mükemmel bir şekilde cevaplamış.
Profesör öğrenciye: 'Sana son bir soru soracagim' demiş.
'Yolda yürürken iki torba bulduğunu hayal et, birinde akil var, diğerinde ise para var. Hangi çuvalı alırsın?'
Öğrenci: 'Para olan çuvalı seçerdim...'
Profesör: 'Ben akıl olan çuvalı seçerdim...'
Öğrenci: 'Normal! Kimde ne eksikse onu seçer...'
Profesör çok sinirlenmis, öğrencinin not defterini alıp içine 'Öküz' yazmis. Öğrenci nota bakmadan odadan çıkmış.
Bir dakika sonra öğrenci kapıyı aralamış: 'Sayin professor, imzanızı atmışsınız, fakat notumu yazmayi unutmuşsunuz.'demiş.
İnanılmaz bir fıkra. İnsan ah keşke ben de böyle olabilsem diyor. Ama durun! Karşınızdakinin size öküz demesini sağlamak mı istiyorsunuz? Cevap verememek ve vermek istemek olayın bir tarafı. Ancak sınır neresi? Bunu düşünün, dengeyi nasıl bulmalıyız?
Bazı zamanlarda kişisel olarak, kaldıramayacağımız, hazmedemeyeceğimiz davranışlarla karşı karşıya kalıyoruz, değil mi? O anda çok sinirleniyoruz. Benim kafam sanki çaydanlık gibi kaynıyor nerdeyse. 2 saat kafamız bunla kurcalanır, düşünüp dururum ve sonra "aslında ona şu cevabı verseydim" diye hayıflanırım.
Hazır cevap olmak bir marifetse, ya da bu şekilde cevaplar verebilmek bir zeka sayesinde oluyorsa, bu potansiyelin sizde de olduğunu bilin. Bu hepimizde var, ancak hayat boyu ailemizden, hocalarımızdan gördüğümüz, öğrendiğimiz davranış ya da cevap biçimi bu olmadı, ondan böyle alıştınız... Ya da bilmiyorsunuz nasıl davranacağınızı! İstediğinin şekilde davranabilmek için, okumanız, denemeniz, çalışmanız gerek! Evet bu yaşınıza kadar alıştıklarınızı değiştirmeniz mümkün.

Eğitimciden öğütler!!!!


Bu sabah bir seminere katıldım. Konusu, yetişkinlerin eğitimi üzerineydi ama daha detay yazmak istemiyorum. Bu seminerde özellikle rahatsız olduğum bir noktayı öne çıkartacağım.
İlk konuşmacı amerika'dan bir bayandı ve genelden özele çok önemli noktalara değindi. Ben de ilk konuşmacoının kalitesiyle, sonrasındaki dörtlü oturumu heyecanla dinlemeye başladım.
İkinci konuşmacı (kendisi bir prof), konuşmasını planlamadan gelmiş, belli. Yaşınının, birikiminin ve de uzmanlığının gölgesinde, güncel birkaç konu (hatta metrodaki deneyimi ve sabah gastede okuduğuyla) "akıcı" bir konuşma yaptı. Ancak bir dakika oldu ki.... Birden bire kişisel deneyimleriyle olayı inanılmaz yerlere götürdü; verdiği iki örnek:
1. Elinde Radikal gazetesi vardı. Oradan bir yazarın köşesinden bir cümle okudu. Bir AB yetkilisinin CHP hakkında söyledikleri. Hocamız dedi ki, eğitim alarak yapılan bu saygısızlıklara sessiz mi kalacağız, eğitim demek bu mu? (Ayrıca, nedense iki defa, ismi vermeden "bu gasteyi düzenli olarak okumuyorum" diye belirtti.)
2. Metroda şıkıltırmalardan, insanların acele etmesinden bahseti sonra. Yaşça küçük bir bayanın kapıdan önce geçmeye çalışmasına sinirlenerek, onun geçmesini engellemek için omzunu kullanmış. Bunu anlattı.
Bu ikinci olaydan bahsedince bir kahkaha bir alkış koptu. Ben şaşkınlıktan dilimi yutacağım, nasıl olabilir böyle bir şey, eğitim üzerine bir seminerdeyim, davranışmar konusunda inanılmaz bir çarpıtlık önümde dağ gibi büyüyor. Dünyanın her yerinde metro inanılmaz bir kalabalığa sahne oluyor ve eminim ki isteyerek ya da istemeyerek her an benzer durumlarla karşılaşıyoruzdur. Karşımızdakini uyarmak, ona doğru bir şekilde konuşarak istediğimizi anlatmak gerek. Bunun yerine eğitimci dediğimiz bir kişi omuz atmaktan bahsediyor.
İlk konuşmacının da ortaya koyduğu önemli bir nokta olan, eğitimin sadece formal ve de sınıf ortamlarında olmadığı konusu için inanılmaz bir örnekti. Şimdi bin kişi bak prof hoca böyle davranıyor, demek bu doğru diyerek, onlar da aynı şekilde davranacaklar.
Aslında çok güzel ana mesajlar var... Hayat boyu eğitim devam ediyor, eğitim önemli, vs vs... Çok eksiğimiz de var, eğitimsiz bir nesil yetiştiriyoruz. Bunları tekrar tekrar söyleyerek değil, insan olabilmeyi, saygı ve sevgiyi her dakikamıza yaymayı becerdiğimizde karşımızdakilere gerçek faydayı sağlamış olacağız, eğitimcilik bunu hedeflemek değil mi?
Bir ara şunu not ettim seminerde:
Okuma-yazma oranı değil, okuma oranı
Diploma/sertifika oranı değil insanlara aktarma/hayata yansıtma oranı

4 Mayıs 2008 Pazar

Bence delilerle ilgili değil salaklarla ilgili birşey yapmak gerek!


Aşağıdaki yazıyı (okumamışlar olanlar için) bugünkü konuma örnek olması için koymak istedim.
Arabanın lastiği tam tımarhanenin önünde patlar. Adam arabayı kenara zor yanaştırır. Sonraki işlem malum. Kriko, stepne, bijon anahtarı ve tekeri söker.
Ama söktüğü 4 adet bijon, yuvarlanıp yağmur mazgalına düşer. Mazgal açılır gibi değil. Bijonlar görünmüyor bile. Adam bir sağına bakar, bir soluna bakar, çaresiz kaldırıma çöker.
Olayı en başından beri tımarhanenin demir parmaklıklı penceresinden izleyen bir deli, seslenir;
- Ula salaaak! Sen ne yapıyorsun orda öyle?
- Sorma birader,lastik patladı ve değiştirirken bijonları mazgala düşürdüm.
- Düşündüğün şeye bak! Diğer lastiklerden birer tane bijon çıkar. Hepsi 3 bijonlu olsun. Seni, lastikçiye kadar idare eder.
Adam hemen denileni yapar. Ve akıl hastanesindeki deliye seslenir:
- Senin ne işin var tımarhanede?
Cevap müthiştir.
- Biz burada delilik'ten yatıyoruz kardeşim, salaklık'tan değil...!
Etrafımızda gerçekten "deli" dediğimiz, akıllı davranmadığını düşündüğümüz kimseler olabilir. Aslına bakarsanız delilik hakkında bakın neler söylenmiş;
1. Albert Einstein şunu demiş; "Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir".
2. Francis Bacon ise; "İnsan tabiatında akıllılıktan ziyade delilik vardır".
3. George Orwell; "Delilik tek kişilik azınlıktır".
4. Doğru mu bilemiyorum ama internette bulduğum bir arap atasozune göre "insana bilinmeyenleri bilme yetisini kazandiran ruh hali" imiş.
Şimdi karışık bir husus, burada kısasıyla anlatmak mümkün değil. Önemle vurgulamak istediğim şu. Ben son zamanlarda ise oldukça "akıllı delilere" rastlamaya başladım. Onlar aslında iş hayatının giderek yükselen değerleri olmaya başladılar. Bakın günümüz iş dünyası şunu istiyor,
Biraz deli ol ama çok değil. Ama salak olmamalısın.
Einstein'ın belirttiği gibi salaklık derecesinde olmak değil, ancak günümüzde istenen (ya da aranan) delilik unsuru, fark yaratacak azınlık içerisinde olma ayrıcalığı...
Salaklık için ise şunu söyleyebiliriz; "Ortama göre hareket edememe, dengesizlik, düzeysizlik, dengeli hareket edememe".
Farkı hissedebiliyorsunuz değil mi?

30 Nisan 2008 Çarşamba

Krizde hayat

Bugünlerde ne yapsam kimle konuşsam "durum olumsuz" diyor başka birşey demiyor.
Benim ilk izlenimim durumu farklı taraflardan görmek gerek olduğu, yani;
- Öncelikle durum kötü, ama nasıl kötü oldu? Bunu düşünüyor muyuz?
- Herşey mi kötü,yoksa kötü olmayan yerler, diğer fırsatlar var mı?
- Kötü olabileceğini ya da olacağını düşünerek, bir önlem aldık mı?
- "Kötüye gidiyor" deyince ilk tepkimiz, yapılması gereken işlerimizle ilgili harcamaları azatlmak, ertelemek ya da yapmamak mı olmalı?
- Bu çeşit bir tepki ile kontrolü elde tutacağız diye düşünürken piyasa, ortak/tedrikçi ve de müşterimizin kontrolünü elimizden kaybetmiyor muyuz?
Profesyonelce bakış açısıyla bakıldığında uzun vadeli düşünmek ve yönlendiren, kuraların farkında olan ve de ortamı değiştirebilen bir tutumda olmak, yani bir açıdan kurumsal olarak kendine güvenen bir tavır sergilenmeli. Şimdiki tavır, şu soruları bağıra bağıra sor diyor
- Geçen sene bu kriz bangır bangır geliyorum derken ne yaptınız?
- Plan yaptınız mı, geleceğini nasıl planladınız? Planınız şimdi var mı? Yoksa bekleyelim mi diyorsunuz?
- Kötü senin için nedir, ne kadar dayanabilirsin? Hareket planlarınızad harekete geçeceğiniz ya da davranışını değiştireceğiniz kritik noktaları belirleyip onların ölçebiliyor musunuz?
Kötü olduğunu biliyorum, esas işaret etmek istediğim, kötü olmadan önce nasıl davrandıysak aynı davranış tipini devam ettiriyoruz. Oysa krizi aşmanın, krizden başarıyla çıkmanın yolunu sadece parayı elde tutmak olarak görmemeliyiz.
Öncelikle firmanızın bakış açısını, hedefini yenilemeniz gerekiyor. Hala fırsatlar var ancak olumsuz bakışaçısı içerisindeyken bunları göremezsiniz.
Kişisel durum neredeyse firmalar için de benzer. Herkes bu sene olumsuz olursa, sonumuz zaten olumsuz olacak.

27 Nisan 2008 Pazar

Aklınızdan çıkarmanız gerekenler: "Sözler tutulmaz!"


Merhabalar,
Aklımdan çıkarmamam gerekelerin içerisine bir önemli nokta eklemek istedim ve sizinle de paylaşmalıyım.
"Kişiler size söz verirler ve tutmazlar."
Olabilecek en iyi şey, tutmalarıdır, ama tutmazlar işte.
Bu beni kızdırıyor. Özellikle arkadaşlarım "Ararım seni" diyince ve aramadıklarında çok kızıyorum. Bu benim değerlerimle ilgili, benim sözünde durma oranımın yüksek olmasına çalışıyorum, elbette ki %100 değilimdir.
Bu yazının ana fikirleri aşağıda:
- Tutamayacağınız sözü vermeyin. Arayamam da diyebilirsiniz, hayır diyebilmek de önemli.
- Sözünüzü ise tutun. Tam tutamazsanız bile aramaktan çekinmeyin, "olamadı" deyin. Karşınızdaki size güveniyorsa, çaba gösterdiğinize inanacaktır.
-İnsanların, sözlerini tutma yüzdelerinin düşük olacağını bilerek hareket edin. Herşeyinizi, onların sözlerini tutacaklarını düşünerek planlamayın. Ya olmazsa diyerek, diğer alternatiflerinizi düşünün, yani B planınız olsun.

Önemli olan ne?


Önemli işler neler? İş sıralamanız, planlarınız değişiyor mu sık sık? Merak etmeyin bu normal. Neyin önemli olduğuna karar vererek yeniden plan yapmanız gerek.
Bu soruya cevap 80-20 kuralında.
Bu kuralın uygulandığı bir çok cümle görebilirsiniz:
- İşlerin %80'i kişilerin %20'si tyarafından yapılır.
- Sonuçların %80'i girdilerin %20'si ile olur.
- Ürünün satışının %80'i özelliklerinin %20'yle olur.
- Ekonominin %80'i nufüsün %20'sinin elindedir.
- Zamanımızın %80'ini en önemli %20'lik kişiyle geçiririz.
- Satışta %80 iletişim %20 bilgi önemlidir.
- Çabalarımızın %20'i sonuçların %80'ini oluşturur.
....
Önemli olan bu dengesizlik içerisinde bizim istediğimiz sonuçların en fazlasını almak için neyi öncelikle yapmamız gerektiğidir.

İlişkiniz mi var? Yönetmelisiniz.


İlişki yönetiminin önemiyle ilgili her yerden yağmur gibi yazı yağıyor. İşte 2 yazı size:
1. Satışta oluşan satın almam tepkisi üzerine ufak bir yazı (farketing'den), yorumlar da güzel.
2. Hürriyet'in IK ekinde Cüneyt Ülsever yazmış, "Geç Kalmak!" adlı yazısında. Hem ilişki hem de duyguları doğru şekilde yönetememeyi.
Şu zamanlarda ilişki yönetimi konusu oldukça revaçta. İlişkinin içerisinde olan birçok unsur her yerde konuşuluyor, mesela;
karşılıklı yardım,
duygusal denge,
mutlu etme ve edilme,
aidiyet ve birliktelik,
....

Özellikle ilişki yönetiminde bence en güzel kelime karşınızdakine dokunabilmek. İlişkide denge sağlamak çok önemli çünkü herkese karşı aynı şekilde davranmaya çalışıyoruz ama karşımızdakilere göre farklı davranmalıyız. Onların bizi olduğumuz gibi kabul etmesini istiyoruz, ama oldukları gibi kabul etmiyoruz.

Kafanızı kurcalayan sorular

Dün akşam izlediğim filmden bir alıntı:
Düşmanlarınla savaşıp kazanabilirsin, ama kendi biyolojinle savaşırsan her zaman kaybedersin.
Farkındalık hakkında harika bir söz. Film "Lord of War", izleyenler bilir. Kahramanımız, silah ticareti yapıyor, işinde çok iyi. Ancak etik yönünden dolayı vazgeçme durumunda. Başarılı olma hırsı da bir yandan onu bocalatıyor.
İş hayatında başarı için kendinin farkında olmalı, bunun için bu şekilde ciddi sorulara cevap bulmalı;
- Neyi, neden istiyorum?
- Bana (değerlerime) uyuyor mu?
Bu soruların cevapları sizi başarılı ve da aynı zamanda mutlu yapacaktır. Ama çoğumuz bu iş ortamı içerisinde, bunlara inemiyoruz bile. Ancak şu açık ki, başarılyım diyerek ortaya çıkanlar bunları söylüyorlar.