11 Mayıs 2008 Pazar

Değişme - Değişememe - Değişmeme

Değişim konusunda birçok söz söylendi bugün.
Bunlar benim notlarım:
Değişim yeni birşey değil. Zaten devamlı değişiyoruz. Şikayet ederek değil, değişime ayak uydurarak istediğimize ulaşabiliriz.
Değişime karşı olanlar - daha doğrusu değişiklikten korkanlar - değişime karşı durmaya çalışıyorlar. Aslında yapmak istediklerimize, hedeflerimize ulaşmada en büyük engellerimiz bu şekilde düşünen insanlar, onlar yüzünden kaybettiğimiz enerjimiz, zamanımız.
Değişmeyeceğine inananlar, değişim potansiyellerinin farkında değiller.
Değişim yönü esas konu, bunu nehrin akışı olarak düşünmeli, nehri durduramazsınız sadece yönününü değiştirebilirsiniz.
Hırslı olmak, ne istediğini bilmek gerek. Sadece beynimiz değil, duygularımız ve çevremiz değişimimizde çok önemli faktörler. İstek duymamızı engelleyen etkenler hem içeriden hem de dışarıdan geliyor.
Hayatınızı değiştirmek üzerine düşünürken "değiştireyim mi" diye düşünmeyin. Zaman akıyor. Zaten değişiyor. Siz nasıl değiştireceğinize kafa yorun.

Tepki vermenin dayanılmaz hafifliği


Evet... Lütfen...
Tepki verin, tekpkisiz kalmayın!
İnsan olduğunuzun ve de tepkisiz olmanın sizi rahatsız hatta hasta edeceğini unutmayın. Çevreye karşı kayıtsız kalmak doğru değil.
Tepkinizi ortaya çıkarın.
Hadi.....
Son zamanlarda akılcı tepkiler verin diyorlar hep. Ama nasıl ne tepki vereceğimizi bize gösteren yok. O zaman insanlar bazen tepki vermemeliyiz diye anlıyor, ya da tepkisizliğe doru gidiyor.

1 sn... Hatamız var...
Tepki verin dedim de...Gidip adamı dövün, ya da aklınıza geleni yapın demedim.
UNUTMAYIN

1.Düşünerek tepkinizi verin.
2.Duygularınızla tepkinizi verin.

Ama sadece birisi değil her ikisi de gerekli. Sağlıklı insan bu demek.

Bu resim ne mi demek? Hikayesi uzun değil kısa... Son zamanlarda yakınlaşan hazırlıklarımız içerisinde tepki verme konusunda o kadar çok farklı seçim yaptım ki;
1. Tepki verdim, anında cevap verdim.
2. Tepki vermedim, sadece baktım ve sustum.
3. Tepkimi sonraya sakladım. Uyudum uyandım ve de bir gün önceki hislerimi anlattım.
4. Tepkimi şaka yoluyla verdim, espri yaptım.
5. Tepkimi vermek için 1-2 dakika bekledikten sonra kenara çekip açık net durumun nasıl gördüğümü söyledim.
6. Tepkimi sadece "bunu sonra konuşalım" diyerek verdim.
7. ...
Daha bir çok farklı tepki çeşidi olabilir. Siz de bunun farkına varın, tepki vermeden önce hangi tepkiyi nerede nasıl verebilirsizin? Fark ettiniz mi?

Zeki insanlarla uğraşmak zordur :)))


Üniversite yemekhanesine giren bir öğrenci tüm yerler dolu olduğundan gidip üniversite profesörünün oturduğu masaya oturmus.
Profesör kaşlarini çatarak: 'Öküzler ve kuşlar aynı masada oturamaz!'
Öğrenci: 'O zaman ben uçuyorum...'
Profesör cevaba çok sinirlenmis, sınavda öğrenciye takmış ve sınavının başarısız geçmesi için elinden geleni yapmış. Yanlız sınavda öğrenci tüm sorulari mükemmel bir şekilde cevaplamış.
Profesör öğrenciye: 'Sana son bir soru soracagim' demiş.
'Yolda yürürken iki torba bulduğunu hayal et, birinde akil var, diğerinde ise para var. Hangi çuvalı alırsın?'
Öğrenci: 'Para olan çuvalı seçerdim...'
Profesör: 'Ben akıl olan çuvalı seçerdim...'
Öğrenci: 'Normal! Kimde ne eksikse onu seçer...'
Profesör çok sinirlenmis, öğrencinin not defterini alıp içine 'Öküz' yazmis. Öğrenci nota bakmadan odadan çıkmış.
Bir dakika sonra öğrenci kapıyı aralamış: 'Sayin professor, imzanızı atmışsınız, fakat notumu yazmayi unutmuşsunuz.'demiş.
İnanılmaz bir fıkra. İnsan ah keşke ben de böyle olabilsem diyor. Ama durun! Karşınızdakinin size öküz demesini sağlamak mı istiyorsunuz? Cevap verememek ve vermek istemek olayın bir tarafı. Ancak sınır neresi? Bunu düşünün, dengeyi nasıl bulmalıyız?
Bazı zamanlarda kişisel olarak, kaldıramayacağımız, hazmedemeyeceğimiz davranışlarla karşı karşıya kalıyoruz, değil mi? O anda çok sinirleniyoruz. Benim kafam sanki çaydanlık gibi kaynıyor nerdeyse. 2 saat kafamız bunla kurcalanır, düşünüp dururum ve sonra "aslında ona şu cevabı verseydim" diye hayıflanırım.
Hazır cevap olmak bir marifetse, ya da bu şekilde cevaplar verebilmek bir zeka sayesinde oluyorsa, bu potansiyelin sizde de olduğunu bilin. Bu hepimizde var, ancak hayat boyu ailemizden, hocalarımızdan gördüğümüz, öğrendiğimiz davranış ya da cevap biçimi bu olmadı, ondan böyle alıştınız... Ya da bilmiyorsunuz nasıl davranacağınızı! İstediğinin şekilde davranabilmek için, okumanız, denemeniz, çalışmanız gerek! Evet bu yaşınıza kadar alıştıklarınızı değiştirmeniz mümkün.

Eğitimciden öğütler!!!!


Bu sabah bir seminere katıldım. Konusu, yetişkinlerin eğitimi üzerineydi ama daha detay yazmak istemiyorum. Bu seminerde özellikle rahatsız olduğum bir noktayı öne çıkartacağım.
İlk konuşmacı amerika'dan bir bayandı ve genelden özele çok önemli noktalara değindi. Ben de ilk konuşmacoının kalitesiyle, sonrasındaki dörtlü oturumu heyecanla dinlemeye başladım.
İkinci konuşmacı (kendisi bir prof), konuşmasını planlamadan gelmiş, belli. Yaşınının, birikiminin ve de uzmanlığının gölgesinde, güncel birkaç konu (hatta metrodaki deneyimi ve sabah gastede okuduğuyla) "akıcı" bir konuşma yaptı. Ancak bir dakika oldu ki.... Birden bire kişisel deneyimleriyle olayı inanılmaz yerlere götürdü; verdiği iki örnek:
1. Elinde Radikal gazetesi vardı. Oradan bir yazarın köşesinden bir cümle okudu. Bir AB yetkilisinin CHP hakkında söyledikleri. Hocamız dedi ki, eğitim alarak yapılan bu saygısızlıklara sessiz mi kalacağız, eğitim demek bu mu? (Ayrıca, nedense iki defa, ismi vermeden "bu gasteyi düzenli olarak okumuyorum" diye belirtti.)
2. Metroda şıkıltırmalardan, insanların acele etmesinden bahseti sonra. Yaşça küçük bir bayanın kapıdan önce geçmeye çalışmasına sinirlenerek, onun geçmesini engellemek için omzunu kullanmış. Bunu anlattı.
Bu ikinci olaydan bahsedince bir kahkaha bir alkış koptu. Ben şaşkınlıktan dilimi yutacağım, nasıl olabilir böyle bir şey, eğitim üzerine bir seminerdeyim, davranışmar konusunda inanılmaz bir çarpıtlık önümde dağ gibi büyüyor. Dünyanın her yerinde metro inanılmaz bir kalabalığa sahne oluyor ve eminim ki isteyerek ya da istemeyerek her an benzer durumlarla karşılaşıyoruzdur. Karşımızdakini uyarmak, ona doğru bir şekilde konuşarak istediğimizi anlatmak gerek. Bunun yerine eğitimci dediğimiz bir kişi omuz atmaktan bahsediyor.
İlk konuşmacının da ortaya koyduğu önemli bir nokta olan, eğitimin sadece formal ve de sınıf ortamlarında olmadığı konusu için inanılmaz bir örnekti. Şimdi bin kişi bak prof hoca böyle davranıyor, demek bu doğru diyerek, onlar da aynı şekilde davranacaklar.
Aslında çok güzel ana mesajlar var... Hayat boyu eğitim devam ediyor, eğitim önemli, vs vs... Çok eksiğimiz de var, eğitimsiz bir nesil yetiştiriyoruz. Bunları tekrar tekrar söyleyerek değil, insan olabilmeyi, saygı ve sevgiyi her dakikamıza yaymayı becerdiğimizde karşımızdakilere gerçek faydayı sağlamış olacağız, eğitimcilik bunu hedeflemek değil mi?
Bir ara şunu not ettim seminerde:
Okuma-yazma oranı değil, okuma oranı
Diploma/sertifika oranı değil insanlara aktarma/hayata yansıtma oranı

4 Mayıs 2008 Pazar

Bence delilerle ilgili değil salaklarla ilgili birşey yapmak gerek!


Aşağıdaki yazıyı (okumamışlar olanlar için) bugünkü konuma örnek olması için koymak istedim.
Arabanın lastiği tam tımarhanenin önünde patlar. Adam arabayı kenara zor yanaştırır. Sonraki işlem malum. Kriko, stepne, bijon anahtarı ve tekeri söker.
Ama söktüğü 4 adet bijon, yuvarlanıp yağmur mazgalına düşer. Mazgal açılır gibi değil. Bijonlar görünmüyor bile. Adam bir sağına bakar, bir soluna bakar, çaresiz kaldırıma çöker.
Olayı en başından beri tımarhanenin demir parmaklıklı penceresinden izleyen bir deli, seslenir;
- Ula salaaak! Sen ne yapıyorsun orda öyle?
- Sorma birader,lastik patladı ve değiştirirken bijonları mazgala düşürdüm.
- Düşündüğün şeye bak! Diğer lastiklerden birer tane bijon çıkar. Hepsi 3 bijonlu olsun. Seni, lastikçiye kadar idare eder.
Adam hemen denileni yapar. Ve akıl hastanesindeki deliye seslenir:
- Senin ne işin var tımarhanede?
Cevap müthiştir.
- Biz burada delilik'ten yatıyoruz kardeşim, salaklık'tan değil...!
Etrafımızda gerçekten "deli" dediğimiz, akıllı davranmadığını düşündüğümüz kimseler olabilir. Aslına bakarsanız delilik hakkında bakın neler söylenmiş;
1. Albert Einstein şunu demiş; "Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir".
2. Francis Bacon ise; "İnsan tabiatında akıllılıktan ziyade delilik vardır".
3. George Orwell; "Delilik tek kişilik azınlıktır".
4. Doğru mu bilemiyorum ama internette bulduğum bir arap atasozune göre "insana bilinmeyenleri bilme yetisini kazandiran ruh hali" imiş.
Şimdi karışık bir husus, burada kısasıyla anlatmak mümkün değil. Önemle vurgulamak istediğim şu. Ben son zamanlarda ise oldukça "akıllı delilere" rastlamaya başladım. Onlar aslında iş hayatının giderek yükselen değerleri olmaya başladılar. Bakın günümüz iş dünyası şunu istiyor,
Biraz deli ol ama çok değil. Ama salak olmamalısın.
Einstein'ın belirttiği gibi salaklık derecesinde olmak değil, ancak günümüzde istenen (ya da aranan) delilik unsuru, fark yaratacak azınlık içerisinde olma ayrıcalığı...
Salaklık için ise şunu söyleyebiliriz; "Ortama göre hareket edememe, dengesizlik, düzeysizlik, dengeli hareket edememe".
Farkı hissedebiliyorsunuz değil mi?