29 Temmuz 2008 Salı

İşten zevk almak, işte eğlenmek


"Fish-Balık" diye bir kitap vardır. İnsanların yaptığı işten zevk almasını örnekleyen bir kitaptır. Hatta eğitimleri de verilmişti.
Bu aslında çok güzel bir olaydır. Zevk aldığın işte çalışmak. Bunun size püf noktasını söyleyeyim mi? İnsanlar nerede yanlış yapıyor biliyor musunuz?

Olay şu esasında. Zevk almasını bilen kişi olmak önemli.

Yani zevkine göre iş bulmak değildir cevap. Tabii ki çok zevk veren işler var, ah keşke onlarda çalışsak diyebilirsiniz. Ancak etrafınızda işinde mutlu gördüğünüz kişilerdeki şeytan tüyü şudur; onlar yaptıkları işten zevk "almasını" biliyor.
Elbette ki onların işinin de zor, sevilmeyecek tarafları vardır, ancak onlar iyi tarafını görmeyi biliyor.
Avusturya'dan bir arkadaşımız geldi. O buradaki hayata "ah keşke" diyor, buradakiler de oraya. Orada yaptığı geziler, çalışmaları buradakileri büyülüyor. Buradaki hayat ise onun gözünde tütüyor, ama dönmeyeceğini söylüyor.
Ortada devamlı birşeylerden mutsuz olan insanlar yaratılıyor, ancak aslına bakarsanız tam tersi olmalı. Yani birşeylerden mutlu olmak gerek.

Olumsuz bir tek şey olsa, biz hemen olumsuza dönebiliyoruz. Bütün keyfimiz kaçıyor. Tekrar kendimize gelmek bizim için çok zor oluyor.
Yapmayın, ben olumsuz birşey ile karşılaştığımda, sadece onun etkisinde kalmamaya çalışıyorum. Hayır görmemezlikten gelmek ya da onu kabul etmemek değil söylediğim. Devekuşluğu yapmayın. Ama onu sadece bir gerçekolarak kabul edin ve devam edip ona takılı kalmayın.
Ne kadar kötü görünen bir iş bile yapsanız, inanın insandaki hayal gücü ona keyifli bir hayat için yol gösterecektir. Umarım aşağıdaki hikaye/fıkra sizi biraz güldürür.

Tıp fakültesinde ilk kez kadavra başına toplanan öğrenciler, bayağı bir merak ve ilgiyle kadavrayı incelemektedirler.
Profesör dersine baslar;
'Tıpta iki şey doktorlar için çok önemlidir. İlki insan vücudu ile ilgili hiçbir şey sizin için iğrenç olmamalıdır.
Örneğin,...'
der ve parmağını cesedin anüsüne sokup çıkartır, kendi ağzına götürür.
'Hadi bakalım şimdi sizler de ayni şeyi yapınız !'
Öğrenciler şok içinde, hepsi duraksarlar ama bakarlar ki profesör cok ciddi, istemeye istemeye hepsi sirayla kadavrayı parmaklayip sonrada parmaklarını emerler. Öğrencilerin hepsi bu işin tadına bakıp berbat bir hale gelmişken, profesör konuşmasını sürdürür;
'Bir tıp doktoru için ikinci en önemli nokta gözlemdir' der ve devam eder;
'Ben kadavranin anüsüne orta parmağimi soktum ama kendi ağzıma işaret parmağımı götürdüm. Şimdi bir doktor icin, dikkat etmenin ne kadar önemli olduğunu da öğrenmiş bulunuyorsunuz....!

Hayata dokunmak


Son günlerde reklamlarda farkında mısınız -gelen yabancı bir banka- reklamlarında yabancı kişileri kullanıyor, biri aşçı biri fotoğrafçı. Her ikisi de bizim, Türk insanının günlük hayatının renklerinden bahsediyor, hayata dokunabildiklerini söylüyorlar.


Motorla dolaştığımızda -özellikle de şehrin dışına çıkabildiğimizde- hayata dokunabilmeyi anlıyorsunuz. Mutlu olmak çok kolay, daha basit sanki oralarda. O kadar küçük şeyler var ki keyfinizi yerine getiren. Bir ufak çocuğun bakışları, birine yardım etmek, birinin sana çay ısmarlaması, hal hatır sorması.
Evet evet, geçen haftasonu kaçamadık. Şehrin içinde gezelim bari dedik ama sonuç ne oldu biliyormusunuz? Sıkıntılı 3-4 saat sonra eve döndük. Resmen yormuştu şehir beni.
Aslına bakarsanız güzel bir geziydi, Rumeli Feneri'ne kadar gittik, güzel bir köfte, boğazda çay içtiğimiz bir gündü. Ama eksik olan birşey vardı. İnsana dokunmamıştık, ve farklılık buradaydı. İnsanlarla değişik ortamlarda beraber olmak benim en büyük ihtiyacımdı ve onu alamamıştım.
Şehir bizi gerçek insandan nasıl uzaklaştırıyor o zaman insan anlıyor.

28 Temmuz 2008 Pazartesi

Mutluluğun bedeli


Mutlu olmak için bir bedel ödenmeli, bu bedelin fakında değiliz. Hatta bedeli ödemeden mutlu olmak isteyen insanlarız biz.
Mutlu olmak için ne istiyorsunuz sorularına cevaplar:
- başarılı olayım
- işim olsun/işimde yükseleyim
- param olsun
- hemen olsun
- güzel bir ilişkim olsun
- vs vs vs
Bütün bunların olması mümkün. Ben herkesin hayatında mutlu olabileceğine inanıyorum. Bunları yapmak için mümkün olan yollar var.
Bir koç olarak insanlara bir şekilde yardımcı olmaya çalışırken esas sorunun insanların mutlu olma yolunun farkına varmaları olduğunu anladım. İnsanlar mutlu olmayı bilmiyorlar. Mesela daha geçen gün bir arkadaşımızla konuştuğumuz konu bu aralar yazılıp çiziliyor.
Konu tatilde hala işle bağlantılı olmak.
Blackberry'yi Türkiye'ye getiren insanlardan biri olarak ve de mobil çalışma ve hayat üzerine bir ton çalışma ortaya koyan ben, artık yaptığım işin etkisini sorgulamaya başladım. Aslında ortaya koyduğumuz ürünlerin yanlış olması değil, esas onların yanlış kullanılması sorun.
Burada insanların şunu anlaması lazım. Tatilde enerji toplamalıyım, kafamı dağıtmalıyım, duygularımı ortaya çıkartmalıyım. Bunu engelleyecek herşeyi ortadan kaldırmalıyım.
Sen bunu yapmazsan ya da yapamazsan, işe dönmüyorsun ki, zaten işten ayrılmamışsın (fiziken ayrılmışsın ama kafan ayrılmamış).
Olmuyor. Bu şekilde olmuyor. Yine elimizdeki araçları yanlış kullanıp onlara suç atmayalım. Bunu yönetmek elimizde. Mutlu olmak için hayatımızda buna dikkat etmeliyiz.
Unutmayın çocukken nasıl basit şekilde mutlu olurduk, çocuk mutlu olurken o an neredeyse etrafında ne varsa onunla mutlu olur, başka birşey yoktur aklında.

24 Temmuz 2008 Perşembe

"Bir fotoğraf çekilebilirmiyiz, dudaklarım dudaklarında?"


Günaydın, herhalde ilk defa sabahın bu saatinde yazıyorum.Toplantıya gitmem gerek, kahvaltımı ettim, hazırlanıyordum. Mirkelam'ın şarkısını dinledim biraz önce. Evden çıkmadan önce müzik iyi oluyor. İnsana gün için enerji veriyor.
Bu şarkı bir anda bende birçok düşünce duygu uyandırdı.
1. Birkaç haftadır, İstanbul dışındayım eğitimler için. Bu eğitimlerin şehir dışında olmasının en kötü tarafını anladım. Düşünsenize 3-4 gün kimseye dokunmuyorum. Sadece elle tokalaşmalarım oluyor, o kadar. Neye aç kaldığımı şimdi çok iyi anlıyorum.
2. İnsanlara dokunmak sanki hayata dokunmak gibi. O zaman yaşadığınızı hissediyorsunuz. Düşünsenize kaç kişiyle rahat şekilde sarılıyoruz, omzuna yatıyoruz, sarılmasına izin veriyoruz, öpüyoruz? Hatta hayat bizi giderek bunların daha da az yapıldığı bir şekle sokuyor!
3. Öpmek, öpüşmek ile ilgili bir programda, öpüşmenin yararlarından bahsediyordu. Yüzün (kasların hareketinden dolayı) güzelleşmesinden salgılanan hormonlara kadar bir ton faydası varmış. E neden yapmıyoruz? Mutluluğun basit sırları belki de bildiğimiz şeylerdir, değil mi?
Mirkelam'ın dediği gibi
Bir fotoğraf çekilebilir miyiz?
Dudaklarım dudaklarında
Bir fotoğraf çekilebilir miyiz?
Ağzım kulaklarımda.

22 Temmuz 2008 Salı

Mutluluk iksiri


Mutlu olmak mı istiyorsunuz

Neden olamıyorsunuz? Mutlu olmak için mesela ne lazım? İstediklerinin hepsini elde etmek mi gerek? Ne gerek, ne gerek????
Düşünülmesi gereken şey ise mutlu olmayı bilmek bence. Etrafımda bir ton insan var, konuştuğumuzda pırlanta gibi insanlar ama mutsuzlar.
Mutsuz olmak için bir ton sebep sayıyorlar. Oysa mutlu olmak için birşey söyleyemiyorlar.
Benim çıkarım ne biliyormusunuz? İnsanlara mutlu olmayı öğretmemişiz. İnsanlar birşeyler olunca mutlu olacaklarını sanıyorlar. Mesela üniversiteye girince, işin olunca, evin olunca ya da evlenince...
Ama bunlara ulaşınca mutlu oldun mu diye sorunca cevap hayır oluyor.
Neden olmadı diyince de sebepler hep var. Sebeplere inince bakıyorsunuz ki insanlaın ihtiyacı olan aslında çok ama çok basit şeyler var, onlar yok hayatlarında.
O basit şeylere önem vermemişiz, onları aramamışız bulamamışız. Ondan mutlu değiliz.
Ben yardımcı olmaya çalışıyorum. Aslında sadece ayna olmaya hayatı göstermeye ve ışık tutmaya çalışıyorum.

21 Temmuz 2008 Pazartesi

"Sahip olma" içgüdüsü


Merhaba,
Kritik bir cümle daha paylaşmak istiyorum.
İnsanların bir şeye sahip olmak amacıyla sahip olmak istemesi ile başkaları sahip olmasın diye sahip olmak istemesinin farkı vardır.

Bunu söyleyen kişi, koleksiyoncuydu. Koleksiyon yapıp biriktirdiği kitapları insanlarla paylaşıyor ama satmıyordu. Esas koleksiyonculuğun farkı bu diyordu.

Sahip olmayı başarı olarak düşünürsek, bu başarıya sizi iten güç nedir?

Sahip olunca ne olacak? Mutlu mu olacaksınız?

Neden mutlu olacaksınız, gerçekten söyleyin sizi mutlu eden nedir?


Burada yanlış birşey yok esasında. İnsanlar farklı dürtülerle başarıya ulaşabilir. Bu insanın doğası. Hırslı olmanın başarıda çok etkisi var. Hırs diyince aklımıza hemen kötü tarafı gelmesin; hırslı olup da başarıya ulaşan bir sürü başarı hikayesi var. Hatta hırslı olmayıp da başarıya ulaşan yok gibi.
Ancak başarı hikayelerinin dışında hırsla gözü dönüp, başkalarına zarar vererek birşeyler yapmaya çalışanlar da var. Bu iyi değil ama hayatta o da var.
Seçim sizin.


Bir de neye sahip olmak istiyoruz ki? Bunu unutmuşuz sanki, iyi bir işe sahip olmayı herkes istiyor ama iyi arkadaşlar veya aile kaçıncı sırada? Sıralamada var demeyin bana, esas ona ne kadar zamanınızı ayırıyorsunuz onu söyleyin...
Ben derim ki siz etrafınızdakileri tutun, sarılın, onlarla beraber hayattaki hedeflerinize ulaşın.
Şunu unutmayın, şu anda kaç kişi mutlu ve beraber olmak istediği kişilerle beraber yaşayabiliyor ya da ölebiliyor. Zorunlu zannettiğimiz gibi yaşıyoruz ama gerçekten böyle mi olmalı?

20 Temmuz 2008 Pazar

"Antreman yorulmaya başladığında başlar"


"Beyaz Gölge"yi hatırlıyor musunuz? Belki Türkiye'de basketbolun çığır atlamasını sağlayan dizi odur. Benim çocukluğumda önce "Beyaz Gölge" izlenir sonra da çıkıp basket oynanırdı.
Orada Coolidge vardı, hatırlarmısınız nasıl "koşardı" antremanda.. Ayakları terden kalkmadan acayip ağır bir şekilde. 2 dk sonra da yorulduk diye bağırırdı. Koç ise hiç yılmadan koş derdi ona, koş...
Belki spor yapan, ama ciddi takımda oynayan arkadaşlar beni daha kolay anlayabilir, koçunuz ya da antrenörünüz sizi yormayı sever. Yorulmadan terlemeden olmaz başarı. Yetenekli olabilirsiniz. Yeteneğiniz sizi bazı kolay başarılara ulaştırabilir. Ancak yüksek hedefleriniz varsa terlemeniz gereir.
Bugün başlıkta geçen söz duydum birisinden. Zamanında koçumun bana söylediklerini hatırlattı. Hatta (ben voleybol oynuyorum) koç kaytarmaya çalıştığımızda daha da üstümüze gelirdi. Onun görmek istediği kendimizi zorlamamız, yırtmamızdı. Bazıları için 30 cm sıçramak başarıyken bazıları için 50 cm başarıydı. Hepimize daha fazlası için "hadi" derdi "başarabilirsin".
Hatırlıyorum da bir savunma çalışmasında harika bir top çıkarmıştım uçarak. O saniyede topu çıkardım diye bir an yerde "nasıl çıkardım ama" diye düşündğm ve yerde yatmaya devam ettim. Ama belki 1 saniye. Duyduğum ses "KAAAAAAAALLLLLLLLLLLK" idi döndüm ve kafamı kaldırdığımda koç elindeki topu kaldırmış ve suratıma smaç vurmuştu bile. O günden sonra yerde bir saniye dahi kalmadım.
İnsanlarda bir arayıştır var, kolayca başarıya ulaşmak. Elbette bazı örnekler ortalıklarda. Size onlar kolay başarıymış gibi görünüyor, ancak arkasında bir sürü sebep ve hikaye olabilir. Zamanımızı ve enerjimizi kolay başarıya harcayıp, bişi yapmıyoruz genelde. Kendinizi yırtmadan birşeyler yapabileceğimizi düşünüyoruz hep.
Devam edin diyeceğim. Bulursanız bize de haber verin :)

17 Temmuz 2008 Perşembe

Tık! Tık!... Orda insan var mı?


Son günlerde karşı karşıya kaldığım kişiler ticaretin göbeğinde olan, tamamen ekonominin her türlü ufacık dalgalanmasından etkilenen küçük esnaflardı. Onlarla konuştuğumda şunu hep hissettim.
Satışı ya da ticareti dürüst yapan kalmamış mı?
Bu kişiler bundan şikayet ederken ağızlarından kendileri kaçırıyorlar, aslında onlar da birşeyler çeviriyorlar fırsatını bulunca. Ancak başkaları da yapınca şikayet etmeyi biliyorlar.
Daha geniş çağlı bakıldığında aslında tüm ülkemizde neredeyse her yerde var. Hatta insanlar teşvik ediliyorlar, kimse duymazsa yapılabilir, yapmayana eşek deniyor.
En basitinden:
- Trafik kuralları, Hız limitleri, Emniyet şeritleri, Işıklar ve tabelalar.
- Vergi
- Oturduğumuz sitede park yeri düzeni, ya da sokakta düzgün park etme.
- Çevre temizliği, Çöpler
Bunlara dikkat eden düzene uyan kaç kişi kaldı? Listeyi uzatmak mümkün.


İş hayatında ise herkes birbirinin kuyusunu kazıyor. Tam bir savaş var her yerde. Kurumsal tarafta kurum içinde herkes neredeyse düşmüş, müdürüyle savaş halinde olan, yataydakilerin nasıl altını oyarım diye düşünen. Ticaret yapanlar yarışacağız derken aslında birbirini batırmaya çalışıyor. Bugün duyduğum bir hikayede en son bir tanesi intihar etmiş.
Ne yapıyoruz, nereye gitmeye çalışıyoruz?
Türk olmak her zaman savaşmak demek galiba. Savaşacak düşman bulamadığımızda, kendi içimizde birbirimizin altını oyuyoruz galiba!!! Kültürümüz mü bu bizim? İnsanca yaşamak mümkün değil mi?

Belli ki insanlarda ciddi bir değer erozyonu oluyor.
Bunu insanlar da biliyor, rahatsız oldukları belli, ama ne yapacaklarını bilemiyorlar.
Ben son 4 günümü siz bu durumda ne yapabilirsiniz, ne yapmak istiyorsunuz diyerek geçirdim.
Cevap çok acı: "YAPAMAM" diyorlar.
Bir çıkış yolu bulmak ya istemiyorlar, ya bulma cesaretleri yok, ya da şikayet edip başkası bişiler yapsın demekten öteye gitmiyorlar.

15 Temmuz 2008 Salı

Disiplin ne demek?


Biz disiplini yanlış öğrenmişiz!
Bize birşeyi nasıl öğrettilerse öyle zannediyoruz ancak ya yanlış yaptılarsa?
Disiplin denince aklımıza başkaları tarafından uyulması gereken kuralların bize zorla uygulatılmasını anlıyoruz.
Oysa çok basit ve sade şekilde bana anlatılsa ben anlayacağım.
Bunu neden yapıyorum?

Çok ufakken bile, çocuğa diş fırçalamayı öğretirken mesela, bu iş aynı şekilde işliyor. Çocuğa dişlerini fırçalaması için zorluyoruz.
Oysa onun sorduğu bir tek şey var:
NEDEN?
Yani bana anlat diyor ben neden yapayım senin dediğini?
Eğer ki ona onun anlayacağı şekilde ona ne faydasının ya da zararının olduğunu anlatabilirsek, o inanın yapacaktır.
Bu sayede aslında en basit disiplin kuralını uygulamış oluyoruz.
Bir işi yapması için o kişinin işe inanması gerek. O zaman sadece metodunu öğrenerek disiplinli (bakın burada disiplini kendi sağlıyor) şekilde yapacaktır.

13 Temmuz 2008 Pazar

Boş olan şeyler....


İnsanlar bize bazı şeylerin doğru bazı şeylerin yanlış olduğunu söylüyorlar. Belki de olmaz, yapılmaz, yapamazsın diyorlar.
Bunlara binlerce örnek verebiliriz. Bunları nasıl söylüyorlar, nereden biliyorlar? Belki deneyimleriyle ya da bir başkasından öğrendikleriyle. Belki haklılar, belki de değil. Hayat her zaman aynı kurallarla mı yönetiliyor, sonuçlanıyor?
Söylenen boş sözler vardır etrafta, heryerde. Başkalarının tabii ki söyledikleri hep olumsuz değil, olumlu şeyler de söylüyorlar. Ya da olumlu şeyleri olumsuz gibi söyleyenler var. Bunları kafamızın içine alırken kendimiz de düşünmeliyiz.

Hayatta her zaman herşey değişiyor. İnsanların hayatla ilgili deneyimleri, kuralları olabilir ama ben başka birisiyim. Benim yapabileceklerim farklı. Zaman da değişti. Ortam değişti. Neden aynı kural geçerli olsun ki?

Hayatta elbette ki uyulması gereken kurallar var, uyulmasının yararlı olacağı kurallar. Ancak "insan" olmamızın sonucu olarak, bir taraftan da kendimiz karar vermek istiyor, başkalarının sözleriyle hareket etmek istemiyoruz. Bize yapılmamasını ya da yapamayacağımızı söylerken, sanki bizi engellemeye çalışıyorlar gibi geliyor, değil mi?
Bu durumda en sevdiğim yere geliyoruz. DENEMEK... Bazen başarıya ulaşmak için insanın denemek için inanılmaz bir istek duyar. Etrafındakilerin söylediklerine kulaklarını tıkar.

Bunun için çok güzel bir hikaye size...

Bir grup kurbağa çok yüksek bir kulenin en tepesine ulaşmak için yarışmaya başlamışlar. Onları izleyenler hep aynı şeyi söylüyorlarmış:
"Ne acı hiç biri tepeye ulaşamayacak"
Bir süre sonra kurbağalar teker teker pes etmeye başlamışlar. Bir tanesi hariç. En sonunda o durmadan zıplayan kurbağa tepeye ulaşmış.Herkes merak etmiş tabi.
Biri çıkıp kurbağaya başarısının sırrını sormaya karar vermiş. Bir de ne görsün kurbağa sağırmış. Söylenen o olumsuz cümleleri duymadığı için başarmış.
Yapabilecekleriniz sadece ve sadece size bağlı... Boş olan olumsuz şeylere takılmayın. Size her zaman hayallerinize ulaşamayacağınızı söyleyenlere karşı sağır olun. Hep olumlu düşünün.

3 Temmuz 2008 Perşembe

Değişiyorum...



Etrafımda değişen insanlar var. Onlarla değişimi konuşuyoruz.
Değişim kişiliklerde olmuyor, davranışlar değişiyor. Amaç kişiliğinizi değiştirmek değil zaten. İnsanın nasıl davrandığını değiştirebilmesi önemli.

Değişimden kaçmak için yapabileceğiniz tek şey var durmak. Durunca da geri kalıyorsunuz. Ben geri kalmak istemiyorum.

Değişimi 100% kontrol edemezsiniz, kontrol altınızda bulunmayan yerler olacak. İsterseniz buna şans deyin. Ancak her zaman yapabileceğiniz bir şeyler var, şans diyenlere cevap şansınızı arttırmak. Hazırsanız şans size güler.

Değişimde insanın devamlı kendine yatırım yapması, kendini geliştirmesi demek. Bu sayede kendine yeni ufuklar, yeni hedefler koymasını sağlıyor. Hayat boyu eğitim bundan dolayı önemli, ben oldum dememek lazım.

Değişen insanın ufku nasıl de genişliyor, gözleri nasıl parlıyor anlatamam.
Onlarla birkaç dakika beraber olmak hemen tazeliyor insanı.

Müşteriyi eğitmek


Bugün bir arkadaşımdan dinlediğim 2 hikayeyi onun cümleleriyle sizle paylaşmak istiyorum.
1. geçenlerde bir müşteri geldi. İçeride bizim elemana bağırıyor. ne oldu diye kulak kabarttım. Olay şuymuş. Bu adam arabasını bize bakım için getirmiş. Bakım içerisindeki kontrolleri yapılmış. Normalde kontroller arasında olmamasına rağmen, arka sileceğin lastiğinin parçalanmakta olduğunu görmüşler. Bizim çocuklar ilgilenmek için adamı arayıp sormuşlar. Yaz olduğundan değiştirmek istemeyebilir ya da değiştirin diyebilir. Adam değiştirmeyin demiş. Arabasını almaya gelince başlamış söylenmeye. Efendim aslında arka silecek motoru bozukmuş, burası nasıl bir servismiş de onun farkına varmamışlar, o kadar para ödüyormuş ufak bir kontrol bile yapılmıyormuş. Adama iyi niyetle bizim çocuklar yardımcı olmaya çalışıyorlar, adam gereksiz yere bizimkilere bağırıp çağırıyor.

2. Bayanın biri gelmiş ilgilenilmesini bekliyor, o sırada bizim çocuklar dolu, ben ilgileneyim dedim. Çok acelesi varmış, randevu da almış, arabasını bakıma bırakacakmış, hemen de işine dönmesi gerekiyormuş, onu götürecek kişi nerdeymiş. 500 mt ileride bir plazada çalışıyormuş. Ben de buyrun sizi ben bırakayım dedim. Giderken bana sordu, bakımı ne kadar tutarmış. Detaylı bilmiyorum, dedim. Km'sini sordum, ona göre bazı bakım yapılabilecek farklı sistemleri hatırladığım kadarıyla söyledim, ancak kontrolden sonra maliyetin ortaya çıkabileceğini söyledim. Der demez, sen orda çalışmıyor musun, nasıl bilmezsin diye çıkıştı. Başladı bağırmaya, zaten birşey bilmiyorumüş kimse falan. Söylenirken aynı cevabı bizim çocuklardan da aldığını söyledi, zaten verilmesi gereken doğru standart cevap da bu. O sırada eskiyen paspasının gaz pedalının altında kaldığının farkına vardım. Sizin paspasınız eskimiş, gaz pedalına dolanıyor, yenisini verelim isterseniz dedim. Cevap: Sen şimdi bana paspas da satmaya çalışıyorsun. Hayır dedim, hediye edeceğiz. Bunu duyunca sustu biran, ve geldik, indi. Dönünce, iş formunun üzerine paspasın bedava değiştirilmesini yazıp imzaladım. Arabasını geri almaya gelince, formu görüp sormuş, kim bu demiş. Bizim patron demişler. Çok şaşırmış, utanmış. Hemen onunla görüşüp özür dileyim demiş. Ben toplantıdayım dedim, görüşmek istemedim.

Şimdi müşteri her zaman haklıdır diyenlerin bir çıklama yapabileceğini biliyorum. Müşteri odaklılık eğitimi verenler de söyleyecek bir ton şey çıkarabilirler. Ama arkadaşımın sorduğu şey şu:
MÜŞTERİYİ EĞİTMENİN BİR YOLUNU BULURSANIZ O ZAMAN KÖŞEYİ DÖNERSİN!

Kafa patltmaya değer, öyle değil mi?

İnsanların çöpleri


Ben motor kullanıyorum. Motor kullanmak hakkında bir çok farklı yorum alıyorum her gün. İnsanlar genelde bunu çok tehlikeli buluyorlar. Haklı oldukları yerler var. Tehlikeli olmasının sebeplerini üçe ayırabiliriz:
1. Yol
2. Diğer sürücüler
3. Siz - evet motoru kullanan siz

Motorumu kullanırken, kontrol altında tutabildiğim 2 şey gaz ve frendir. Yolu ya da diğer sürücüleri değiştiremem. Başıma neler neler geliyor, ölümden dönüyoruz hergün neredeyse. Önemli olan kendinizin tehlikeyi yaratan olmamanız, ihtimallere olasılıklara göre sürüşünüzü ayarlamanız. (OlasılıkSız kitabına ithafen)

Olabilecek herşey size bağlı.

Geçenlerde e-posta ile aldığım ve arkadaşlarımla paylaştığım aşağıdaki mesajı buraya taşıma gereği hissettim. Bu mesaj benim motor kullanırken her zaman uyguladığım bir
taktik diyebilirim. Tavsiye ederim.

Bir gün bir taksiye atladım ve havaalanından hareket ettik. Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önümüze çıktı. Taksi şoförü sert bir şekilde frene bastı, kaydı ve diğer arabaya çarpmaktan milim farkıyla kurtuldu. Diğer arabanın sürücüsü camdan başını çıkartıp bağırmaya ve küfretmeye başladı. Taksi şoförü ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı. Ve gerçekten çok arkadaşçaydı.

Sordum: 'Neden bunu yaptığınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastaneye gönderecekti.' Taksi şoförü bana, simdi 'Çöp Kamyonu Kanunu' dediğim şeyi öğretti.

Şoför pek çok insanin çöp kamyonu gibi olduğunu açıkladı. Her tarafta çöp dolu olarak dolanıyorlar; kızgınlık, öfke ve hayal kırıklığı dolular. Çöpleri biriktikçe onu bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar ve bazen sizin üzerinize bırakabilirler. Kişisel almayın. Sadece gülümseyin, onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın.

İşin ana fikri şu ki, başarılı insanlar çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler. Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla 'size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için dua edin.'
Çeviri: Lale Kulahli

Yaparım diyebilen


Son zamanlarda insanlarla birçok alanda konuşmalar yapıyorum. Aslına bakarsanız konuların ne olduğu önemli değil, insanların konuyla ilgili söylediklerini size yazmak istiyorum.
- Öyle böyle olmaz, bence sadece şöyle olur.
- Ben vazgeçtim böyle yapılsın.
- Ben öyle olacağına inanmıyorum, bak o yaptı olmamış.

Eğitimlerde söylediğim birşey var;
"Sadece karpuz yattığı yerde büyür."

Bir sonuca varmak istiyorsanız, o konuda düşünmeli, kaliteli düşünce için de o konu hakkında sadece fikrinizin değil aynı zamanda bilginizin de olması gerekiyor. Sadece birkaç yerden duyulanlarla harekete geçerseniz olmuyor.

Hani bir hikaye vardır. Tam bilmiyorum ama şöyleydi sanırım (bilen yollarsa sevinirim). Okyanusta güçlü rüzgarlar büyük dalgalar var, ancak okyanusu geçerek istediği yere gidebilen az sayıda kişi yeni kıtaları keşfedebildi. Onların işleri kolay mı oldu? Hayır! Ancak onlar, konusunda uzman, hedeflerini koyan, rüzgar nereden eserse essin hedefleri için yeni yol planları yapan insanlardı. Başkalarına sorarsanız o okyanusları geçmek zordur, imkansızdır.

Aslına başlamak için gerekli bilgiye ulaşmak bu zamanda şikayet edilecek birşey olmamalı. Biraz dikkatli bakarsanız, kaliteli bilgiye, kaliteli düşünen tecrübeli insanlara da ulaşmak o kadar kolay ki. Etrafta bu konuda iyi olan kim var, bana kim yol gösterebilir dediğinizde bir ton insana ulaşabiliyorsunuz.

Unutmayın, rüzgar karşıdan bile esse, hedefinize gidebilmek için bilgiye ihtiyacınız var. Bilen insan şunu söyleyebilir:

"Çözüm yaratırım, yaratabilirim."

2 Temmuz 2008 Çarşamba

İnsanlarla başa çıkmak


İnsanlarla başa çıkmak gerekli. Bunu söyleyince hemen akla "zor insanlar" geliyor ama şunu da düşünmek gerek, bizim de zor insan olduğumuz olmuyor mu?

Öncelikle şunu söyleyin, resimdeki çocuk zor bir insan değil mi?
- Kolayca iletişim kurabiliyor musunuz?
- Bazen sizi çıldırtan davranışlar yapmıyor mu?
- Sizin istemediğiniz şeyleri yapmıyor ya da söylemiyor mu?

İnsanları zor ya da kolay diye düşünmemek gerek belki de. İnsanlar o gün zordur, ya da o an zordur, o yerde ya da o durumda zor oluyordur??? Olamaz mı?
Zor insanlar var evet, sıfır değiller, onlar her yerde zorluklar çıkartanlar. Bunların belki de biraz profesyonellerden yardım aması gerekli değil mi? (EVET diyenler kafasını sallasın) Ama eğer ki siz bu konuda eğitimli değilseniz aman girişmeyin derim, içinden çıkamazsınız.
Sadece onlar mı yardım almalı? Sağlıklı olanlar da arada sırada yardım isteyebilir, yardıma ihtiyacı olabilir. Belki bize yardım eden bir arkadaşımız ya da büyüğümüz, yaptıkları sadece bize olayı biraz farklı göstermek, farklı bir yol önermek.
Dolayısıyla şunları net ortaya koymak gerek:
1. Herkes bir zaman zor insan olabilir.
2. Bazıları her zaman zordur.
3. Her zaman zor olanların yardıma ihtiyacı var.
4. Bazen zor olanlar da yardım alırlarsa, olayları daha kolay çözümlerler.
İnsanlara karşı geniş olmak, onları oldukları gibi kabul etmek için ilk adım. O zaman öyle ya da böyle istediğimiz sonuçlara ulaşabiliriz. UNUTMAYIN, amacımız istediklerimize ulaşmak, bişze her ters gelenle kavga etmek değil. Dolayısıyla, her türlü farklı davranışa karşı bizim de hazırlanmamış gerek ki cevabını verelim, tepkisiz kalmayalım. Sonra akşam evde "keşke ona şunu söyleseydim" dersiniz.
Boşuna dememişler "istediğimiz üzüm yemek bağcıyı dövmek değil" diye. Amacınıza ulaşmak için biraz düşünemeli ve doğru hareketleri apmalısınız.